Ölmek kelimesini oluşturan seslerde nasıl bir anlam var? Bu sorunun peşine düşmenin ölüm kavramının peşine düşmekten daha zorlu bir yoklama sürecini gerektirdiğini hissediyorum.
Ara ara “ölmek” kelimesini ve kelimenin kökündeki “öl”ün seslerini irdelemeye çalıştığım oldu. Tabii ki tahmin edebileceğiniz gibi “l” sesinde edilgenlik anlamının bulunabileceğini düşündüm. Ve ölme eyleminin gerçekleşişi itibarıyla edilgen bir eylem oluşu üzerinde durdum. Ölen birisi kendisi ölüyor, doğru ama bu mesela “ötmek” gibi veya “öğmek/övmek” gibi veya “öpmek” ve “örmek” gibi etken bir eylem değil. Birini översin, bir duvarı örersin. “Ötmek” kelimesinde “ölmek” kelimesine benzer bir hal var ama “t”nin ettirgenliği ile “l”nin edilgenliği aralarına ciddi bir fark koyuyor. “Ötme”de gerçekleşen eylemi bir sesi çıkarmak olarak tanımlayacak olursak demek, söylemek, konuşmak, anlatmak arasındaki farkı biraz daha belirginleştirmek için sesi bulunduğu yerden çıkarmak ama biraz da güçlü çıkarmak şeklinde tarif edebiliriz. Hatta sesi bu güçlü çıkarmanın “bağırma” ve “çağırma”dan da farklı olduğunu; onlar kadar “ağır” olmadığını seslerin “öğütülme”si ile oluşan bir söyleme biçimi olduğunu düşünebiliriz. Tabii “ötme”yi “öğütme” olarak görmeye izin veren; bağırmayı ve çağırmayı ise “ağır” ve onun da köküne gidebilecek olursak “ağ” kökü ile irtibatlı algılamaya imkan verebilen bir ses teorisi üzerinden yürümeye çalışıyorum. “Ötme” kelimesinin içinde sesin çıkartılmasının bir müddet sürdürüldüğü anlamı da mevcut.
“Ölmek”te durum, vaziyet ne? “Her sesli harften sonra görünmeyen bir yumaşak g” bulunur kaidesinden hareketle “ölmek”i “öğülmek” gibi anlayabiliriz. Parçalanmak yani. Öğütülmek kelimesi ile birlikte düşündüğünüzde parçalanma ile irtibatını sizler de yakalayabilirsiniz. Garip bir şekilde kimi hadis-i şeriflerde övme eyleminin övülen kişinin belini kırmak, boğmak, öldürmek olduğu buyrulur.
“Türkçede her sesli harften sonra görünmeyen bir yumuşak g vardır” kuralını, kafaların çok karışmaması için, unuttuğumuzu farz edelim. Kelimeyi “öl” olarak görelim. “Öl” kelimesinde Bahattin Ögel yaş anlamının bulunduğunu aktarıyor. “Öl neng” yaş şey demekmiş.
“Ölmek” kelimesini bir de “ö” sesi üzerinden görmeye çalışmak lazım. “L”nin ne anlam kattığını az çok hissedebiliyoruz ama Türkçede “ö” sesinde ne gibi bir anlam vardır diye sorduğumuzda zihinlerde bir anlamın belirmesi hayli zor. Belki yukarıda zikrettiğimiz “öğ/öv”, “öt” ile ve fiil olmadıkları için yoklamadığımız “öbek”in “öb”ü, “öc”, “öd”, “ön”, “öz” ile birlikte düşünelim dersek bazı manalar biraz belirebilir. Özellikle “öz” ve “ön” kelimeleri ile birlikte düşündüğümüzde bu belirme biraz daha mümkün. “Ölümün bir öze dönüş olduğu”nu söylersem bu sadece süslü bir ifade olarak görülmez inşallah.
Türkçenin seslerini tek başına irdelemeye alışkın demeyeyim ama yatkın bir zihnimiz olmadığı için bu tek seste anlam yoklamalarının tuzağının bol olduğunu hatırlatmam lazım. Hüseyin Rahmi Göktaş tek seste belirgin bir manadan ziyade bir anlam yoğunluğu bulunduğunu vurgulayarak teksesi tek anlamla ifade etmeye çalışmanın yanıltıcı olacağını söyler. Bunu da “ses yükseldikçe anlam azalır” gibi muazzam bir kuraldan bahsederek ortaya koyar.
“Öz” ve “ön” üzerinden “ölmek” kelimesindeki manalar ummanını görmeye çalışırsak benlik ve mevcudiyetle alakalı bir mananın kelimede mündemiç olduğunu hissedebiliriz. Hele bir de kelime kökünün başına b, d, g, k, y seslerini getirirsek bölmek, bölük, döl, göl, köle, yölek (destek manasında) yöleştürüg (eşit, müsavi diyor Çağbayır. Üleştirmek diyor gibi adeta, sesi duyabiliyorsanız.) kelimelerine ulaşırız. “Köle” kelimesinin bu vesile ile ifade etmiş olayım “gölge” ile neden birlikte değerlendirilmediği kafama takılıyor. “Gölge” kelimesinin “kölige”, “kölge” şeklinde geçtiğini görüyoruz Divanü Lügatit Türk’te ama “köle” kelimesine ne Hasan Eren, ne Nişanyan ne Tuncer Gülensoy ne de İsmet Zeki Eyüboğlu pek bir açıklama getirememişler. Kölenin sahibinin gölgesi olduğunu düşünmek mümkün. Doğru mudur, bilemem. Arzu eden düşünsün yoklasın.
Yaşamayı seviyorum evet, yaşamak. Büyük harfle “Yaşamak”. Zarifoğlu’nun “Yaşamak”ı. Ne güzeldir o! Ama “ölme”ye, “ölme”yi “ölçme”ye haftaya devam edelim…