Kök kelimesinin kökü nedir, bunu irdelemeye başlamıştık geçen haftaki yazımızda. Kökün köküne inebilen sözlükçümüz gördüğümüz kadarıyla yok. Belli başlılarından, önemli sözlüklerden nasıl irdelediklerini, irdeleyebildiklerini zikrettik. Kökün kökünü kök olarak izah etmek; hem kelimedeki anlamı göstermeye yetmiyor hem de kök kelimesinin gerçek kökünün müştakları ile irtibatını görmemizi engelliyor.
Bunu nasıl yapıyor bir görmeye çalışalım:
Dedik ki kökün kökü, başındaki sessiz harfin kaldırılması ile bulunabilir. Kökün kökü “ök” demiş oluyoruz bunu diyerek. Ve bu bize “ök” kökünün başına gelen sessiz harflerin kelimeye nasıl bir yön verdiğini görme imkanını açıyor. Burada tam doğru kelimesi ile “yön vermesi” ifadesini tercih ediyorum, zira başa gelen ses, geldiği kelime köküne nehir yatağı olmuş oluyor adeta. Kökses teorisini görmeyen, körlük eden halihazırda okullarda, üniversitelerde yürürlükteki kelime çözümleme yaklaşımı Türkçe kelimelerin sessiz harf ile başlayan ilk sesinin kelimeye nasıl bir mana kattığını, nasıl bir etkisi olduğunu görmekten mahrum. Dolayısıyla Türkçede seslerin tek başlarına gücünü, etkisini görmekten mahrum. Görmekten mahrum olduğu için bunu nesillere göstermekten de mahrum. Yürürlükteki dil bilgisi/kelime kökü çözümleme yaklaşımının mahrumiyeti sadece bunlarla sınırlı olsaydı keşke: Aynı zamanda kelime kökünün başına gelen ekin değişmesi ile elde edilen tüm kelimelerin aralarındaki irtibatı da görmekten ve göstermekten mahrum.
***
Kök ile gök arasındaki irtibatı görmeye bakalım bir. Biri yukarda, havada, biri meyvenin içinde, bitkinin dibinde, nasıl bir alaka olsun ki aralarında diyebilirsiniz. İtiraz mahiyetinde, “ne alaka” demek isteyen bir “nasıl” yerine, merak eden bir “nasıl”ı kullanmak oysa daha zihin açıcı. Bazı insanlarımızın sık düştüğü düşünce tuzaklarından biridir bu “nasıl” kelimesini verimli, yerinde kullanamayıp tam zıddına tebdil edecek bir şekilde kullanmak kaderine kendini mahkum etmesi. Bu şunu da gösteriyor: Varoluş, ortaya çıkış gayesi meseleleri kavramaya, açmaya, anlamaya hizmet etmek olan soru kelimesi bile niyetimiz değiştiğinde meseleyi yok saymaya, inkar etmeye, görmemeye götürüyor bizi.
Gök kelimesini sadece gökyüzü anlamında görmeyip meyvenin göğ olması, taze olması, daha tam olmamış halde, çiğ olması ile birlikte düşündüğümüzde, meyvenin, bitkinin göğ halinde veya elmanın gök olması durumunda ne oluyor, bunu görmeye çalışalım. Çekirdek ile kök arasındaki irtibatı kurmak zor değil ama gök ile kök arasındaki irtibatı kurmak zor, fakat bunu meyve üzerinden, tazelik üzerinden çözmek biraz daha mümkün. Gökyüzündeki gök kelimesindeki anlamı, tazelikle, renk ile alakalı olarak aldığımızda Arapçadaki durum üzerinden mesele biraz da vuzuha kavuşabilir: Bizim mavi dediğimiz kelime Arapçada mai yani su ile alakalı olan, rengini sudan alan demek. Suyun rengi ise içinde bulunduğu kaba göredir diyebiliriz, berraktır diyebiliriz. Suyun göğe rengini verdiğini mi yoksa göğün suya rengini verdiğini mi merkeze almış Arapça mantığı? Suyun göğe rengini verdiğini baz aldığı anlaşılıyor. Bizde ise gök kelimesi mavi anlamında da kullanılıyor, tek bir renkle sınırlandırılamayacak şekilde tazelik ile alakalı farklı renkleri de ifade edebiliyor.
***
Gök ile sök, çök ve dök ilişkisine geçmeden sök ve çök ilişkisini yoklayalım: Sökmek de çökmek de bir olumsuzluğu ifade ettiklerini hissettiriyorlar bize. Bir şeyi söktüğümüzde onun özünü dışarı çıkarttığımızı söylemiş oluyoruz. Elimizdeki her ne ise, ana maddesi, ham maddesi olan bir şey olsun, (Neden böyle olsun? Zira kelimemiz “ök” anne, ana anlamına geliyor); ona, onun ana kısmına ya onu sökerek, ya onun çökmesi ile ulaşıyoruz. Hatta onu döktüğümüzde onu kökü ile beraber dökmüş oluyoruz.