Kendi nedir? Kendi kelimesinin kökü nedir, nereden geliyor? Türkçe mi değil mi? Başka dillerde karşılığı nedir?
“Kişi kendin bilmek gibi irfan olmaz” diye büyükler söylerler. Şimdi yazıyı yazarken dedim bu söz bir beyit mısraına benziyor. Meğer Tabib Muhammed Bey’in “ Çeşm-i insâf gibi ârife mîzân olmaz/ Kişi noksanını bilmek gibi irfân olmaz” beytiymiş söz konusu kelamın orijinal hali. Beytin “noksan” kelimesi yerine “kendi” kelimesi getirilmiş hali de meşhur olmuş. Sohbet kültürünün böyle sonuçları da olmuyor değil. Konuyu dağıtmayayım. Kendini bilmenin ehemmiyetine o kadar çok vurgu yapılır ki insanın bilme eylemleri içinde adeta ayrı bir şube olacak kadar önemli bir yerde durur bu kendini bilme mevzuu.
Hatta Yunus Emre “İlim ilim bilmektir/ İlim kendin bilmektir/ Sen kendin bilmez isen/ Bu nice okumaktır” diyerek diğer bilme yolundaki, öğrenme yolundaki çabaların boşa olduğunu düşündürecek derecede merkezi bir yere koyar “kendini bilme”yi.
Tamam, nasihat, öğüt olarak kendini bilmemizi isteyenleri dinleriz, “evet ya, kendimizi bilelim” deriz, iyi bir insan olmanın şartının kendini bilmek olduğunu az çok hepimiz fark ederiz ama kendi kelimesinin ne anlama geldiğini, “kendi”ye niçin kendi denildiğini düşünmek çoğumuzun aklına bile gelmez. Benim de “kendi”nin kökü ne, kelimenin eki var mı diye aklıma takılıp kalması çok eskilere dayanmıyor. İki yıl önce DilEvi Etimoloji Topluluğu üyelerimizle Üsküdar’da Balaban Tekkesinde Yunus Emre Divanından Etimoloji dersi yaparken “kendi” kelimesine geldik şiirde. O zaman haftalık derslerimizi orada yapıyorduk, geçen yıl Üsküdar Uncular’da H Yayınlarında yapmaya başladık.
Önce “-di” ekini düşündüm, “-di” eki neyin nesi olabilir dedim. Evvel pek bir şeye benzetemedim. Evet, dili geçmiş zaman ekine benziyor sadece, başka bir şeye benzemiyor. O da dili geçmiş zaman ekinin yapım eki olduğu kelime var mı ki diye düşündüm durdum. Gecekondu derken, dedikodu derken dili geçmiş zaman ekini görüyoruz. Başka gecekondu gibi imam bayıldı, hünkar beğendi, külbası, mirasyedi, şıpsevdi, kaptıkaçtı, oldubitti gibi isimleşmiş bileşik kelimelerimiz var. Ama aradığımız şey bu kelimelerde değil.
Tek başına dili geçmiş zaman eki almış, bileşik kelime olmayan kelimeler bulabilir miyiz diye düşündüm: “Türedi uygarlık derken “türedi”yi mesela, alındı belgesi derken kullandığımız “alındı” kelimesini, çıktı almak derken kullandığımız “çıktı” kelimelerini hatırımıza getirebiliriz. Aradığımız bilgi bu kelimelerde de değili. Türemek kelimesine di eki getirilmiş türedi olmuş. Almak kelimesine “n” ve “-di” ekleri getirilmiş alındı olmuş, çıkmak kelimesine di eki getirilmiş, ek sertleşmiş ve çıktı olmuş. Ekini de kökünü de biliyoruz bu kelimelerin ama “kendi” kelimesindeki “ken” ne demek ki? O zaman elimde Yaşar Çağbayır’ın 10 ciltlik sözlüğü de yok. Olsa da gerçi “ken” kökü kendisini bize pek vermeme konusunda gayet başarılı bir kök. Aslında bana göre “ken” bir kök değil, gövde dememiz lazım. Yine de Çağbayır ken köküne ne anlamlar vermiş, onları da bir gözden geçirmekte fayda var.
Fiile fiilin yapıldığı zamanı bildiren bir anlam veren “ken” var; gezerken, okurken, yazarken. Yapışkan, çalışkan, etken derken ince sesli kelimelere gelen bir “ken”imiz var. Çincenin bir “ken”i varmış, Farsçanın bir “ken”i varmış, dilimize kelimeleri geçen. Çinceninki akraba anlamına geliyormuş. Dar raf anlamına gelen bir “ken” varmış. Kalınlık, derinlik anlamına gelen bir “ken” varmış. Gen kelimesinin ken şeklinde söylenmesi ile ekilmeden bırakılmış tarlayı kast ediyormuşuz. Kez, defa anlamında kullandığımız oluyormuş “ken”i.
“Ken” bizi kene gibi sokmadan “kendi”mize bakmaya devam edelim haftaya inşallah. Siz de kendinize iyi bakın!