Karın kelimesinden göbeğe geçmişti geçen hafta. Karın deyince ister istemez benim aklıma karıncanın karnı geliyor. Karıncada nasıl bir karın vardır? Karıncadaki “ca” ekinin küçültme anlamı kattığını görebiliyoruz ama karıncanın sürekli bir şeyleri karıştırıp durduğu için mi, küçük bir karnı olduğu için mi yoksa kara olduğu için mi karınca olduğunu bilemiyoruz. Tam bilemiyoruz ama karınca kararınca bir çıkarımda bulunmaya çalışıyoruz.”Karın”ın Almancası oldukça karışık göründü gözüme. Biraz unutamadığım bir Almancam vardır, Almanca bir kelimeye baktığımda o kelime başka dillerdeki bir kelimenin düşündürttüklerinden daha fazlasını düşündürtür bana. “Bauch” kelimesi önce kitap kelimesini yani “buch”u hatırlattı bana. Ardından Almanca Duden Etimoloji Sözlüğüne bakarken ağaç ile kitabın irtibatını fark ettim ilk kez: baum ile buch. Ses olarak çokça benzeseler de kitap ile karının (buch ve bauch) irtibatını kuramayacağım ama ağaç ile kitabın (baum ile buch) irtibatını kurmak, en azından kitabın kağıdının ağaçtan yapılması itibarıyla mümkün. Bauen ile baum arasındaki ilişkiyi de kayda geçirmek lazım: inşaat yapı ustalığı için bauen fiili kullanılmasının sebebi yüz yıllar önce ağaçtan evler, yapılar yapılıyor olması olmalı. Bauen çiftçi için de kullanılan bir kelime. Makine kelimesinin geldiği yapmak anlamındaki “machen” ile “bauen” arasında nasıl bir fark var; Almanların da bir Ebu Hilal El Askeri’si olsaydı yani Farklar Sözlüğü yazarı olsaydı (belki de vardır, bilmiyorum) bunu irdelerdi muhtemelen.İtalyanca, İspanyolca, Fransızca ve Grekçesinde enteron ve ventre, vientre kelimelerini görüyoruz. Bu bize ister istemez İngilizcedeki “enter” giriş ve iç anlamını hatırlatıyor. Arapçada da “batın” kelimesi içi ifade ederken “zahir” ise görünüşü, dışı ifade ediyor. Batınilik bir yol olarak karşımıza çıkıyor, Zahirilik ise başka bir yol. Şairler için Arapların “el ma’na fi batniş Şair” “mana şairin kalbindedir” deyişini hatırlayalım. Yıllar önce mana peşinde koşarken şöyle yazmıştım:
Kullandığın dilin ne kadar farkındasın? O ha bire ağzında yuvarlayıp göğe bıraktığın kelimelerin ne anlama geldiğini cidden biliyor musun? Konuştuğun dil, kullandığın kelimeler senin mi? Sözünü önemsiyor musun? İnsanların kelimeleri çarpmıyor mu hiç seni? İnsanların sesleri, o en ulu yaratık olan insanların sesleri sarsmıyor mu seni? Varlığı önemli olanın sesi de olmaz mı? Olmamalı mı?
***
Varlığını önemseyenlerden önemsenecek sözler bekleyebilir miyiz? Kelimeleri kısırlaştırarak kullananlardan daha canisi olabilir mi? Kelamın namus olduğunu duydun mu? Namusuna özen gösteren kaç kişi var acaba? Kelamı “namus meselesi” yapan yönü, onun hayata yansıması, hayatı görünür kılan, onu belirginleştiren bir giysi oluşmuş mu yoksa ?
İsteklerinin seni kamçılamasından bıkmadın mı? Nasıl da bu kadar kamçının tutsağı kıldın kendini? Dilin istemek anlamına geldiğini biliyor musun? Onu ne kadar kullanırsan, o kadar istemde bulunmuş olacağını, istemin ne kadar artarsa ruhunun kamçılarının da o kadar artacağını düşünmüyor musun?
Sıradan konuşmaların kulağını işgal etmesine, bu anlamsız, bu sayrılı cümlelere tepki göstermeyecek, “yeter artık” demeyecek, anlamsız konuşmalara gözlerinle “sus” diye haykırmayacak mısın?
“Ya hayır konuş, ya da sus” yazılı bir bayrağın yok mu hala?
Sultan Veled’in yine İbrahim Demirci Hocamızdan dinlediğim dua beyti ile bitirelim:
“Kıymetin artık ola
Ay sana yastık ola
Seve seni yer ü gök
Ger sevesin Tanrı’yı”