"Eylemek” kelimesinde söylemek anlamının olduğunu sözlüklerimizde görüyoruz. “Etmek” kelimesinde de bu anlamın bulunduğunu görüyoruz ama “eytmek”, “aytmak” kelimeleri neyin nesidir, buna da kafa yormak lazım. “Eylemek”te zaten söyleme anlamı var. “Eydür”, “aydur” gibi kullanımları da ekleyecek olursak söylemek anlamına gelen bu kelimelere “t”, “d” sesinin gelmesinin kelimeye nasıl bir anlam kattığını düşünmeye ve bunu görmeye yaklaşmışızdır demektir.
“Ayıtma”nın (söylemenin) “ayırmak” kelimesi ile ses yakınlığı anlamca da bir yakınlığı, bir ilişkisi olduğunu da hatırımıza getirmeli, bu yakınlığı yoklamalıyız. Nesnelerin neyin nesi olduğunu kelimelerle, her neyin nesi iseler onları o kılan isimleri ile anlayabiliyorsak, kelimesiz düşünmemiz imkansız ise, isimlerin farklı olması ile onların birbirlerinden ayırd edilmeleri mümkün oluyor ise söyledikçe ayırıyor, söyledikçe ayıtıyoruz demektir.
“Ayıtmak”taki “t” sesinin ettirgenlik “t”si olduğunu düşünebilmeliyiz. Bilebildiğimiz kadarıyla “ayıtmak”taki, “eyitmek”teki “t” sesini, “eydür”deki, “aydur”daki “d” sesini birileri irdelemedi diye o seste bir anlam olmadığını düşünmemeliyiz.. O “t”, “d” sesinin karşımızdakine etki ettiğini, ettirgenlik “t”si olduğunu düşünebilmeliyiz.
Hatta öyle ki “etki” kelimesi ile “edgü” kelimesinin irtibatını da düşünmeli. Anlam uzamı bakımından aynı uzama sahip olduklarını düşünebilmeliyiz.
Yaşadığımız devrin bozulmuş bir devir olduğunu, iyilerin artık etkisiz olduğunu asla düşünmemeliyiz. “İyiliğin türbesine türbedar oldu iyi” diyerek Arif Nihat Asya iyiliğin öldüğünü, iyilerin pasif görevlerde bulunduğunu söyler ya bize; Necip Fazıl Üstadın “Camide mahpus iman/ Silah küfrün belinde/ Küfrün elinde ferman/ Cehle sorarsan ilim/ zehre sorarsan derman/ Rahmet meçhul kelime/ Bilinmez isim Rahman/ Kutsal kitaptır fuhuş/ Ahlak okunmaz roman/ Tarih kontra gerçeğe/ Hürriyet hakka düşman/ Millete kasdedenin/ İsmi milli kahraman” dediği vakitleri yaşıyoruz diye 150 yıldır kötülüğün gerçekten de güçlü olduğunu zannetmeyelim. Görüntüde durumlar böyle tezahür ediyor olabilir, işin hakikati başka türlüdür. Ye’se düşmemek lazım. Kötülüğün şövalyesi olarak dolaşanların azgın korkaklar olduğunu, hakikat düşmanlarının, Allah düşmanlarının ebter olduğunu unutmamak lazım.
Sözün bereketi kaçmış gibi görünüyor olabilir. “Söz” ile “öz” arasında bir bağ vardır. “S” sesi dışarı çıkarma anlamı katar kelimeye. “Söz” kalbimizdeki hissin, akleden kalbimizdeki fikrin ağzımızdan dışarı çıkmasıdır. İnsanın “özü”nün “sözü”nün bir olması kalbindeki ile dilindekinin birbiri ile aynı olması demektir. “Aynı” kelimesinin de Arapça “ayn” kelimesinden geldiğini yani göz anlamına geldiğini unutmayalım. “Göz”ün de “öz”den geldiğini unutmayalım.
Sözün bereketinin kaçtığını ve artık geri gelmeyeceğini söyleyenlere demek isteriz ki tevbe kadar güzel bir arıtıcı yoktur. Tevbe sözü arıtır, kalb kalesinin pasını siler. Sözü düştüğü yerden kaldıracağız inşallah. Malcolm X kaldırmıştı. Metin Yüksel kaldırmıştı. Hasan El Benna kaldırmıştı. Şeyh Şamil kaldırmıştı. Üstad Necip Fazıl kaldırmıştı. Sözü güzel söyleyenler, hayatını “sözlerin sözü”ne tanık tutanlar hayatımıza bereket katmışlardı. Onların tanıklıkları, şehadetleri, şahitlikleri tarihin kalbi olup tarihe, yeryüzünün hayatına kan pompalamıştır, pompalamaktadır, pompalayacaktır duymasını bilenlere. Zannetmeyiniz ki kirlilik ilelebet hakim olacaktır yeryüzünde. Zannetmeyiniz ki Amerika yenilmezdir. Zannetmeyiniz ki Avrupa insanlığın gözünü boyamayı ilelebet başaracaktır. Zannetmeyiniz ki milletim Tevhide, Kelime-i Tevhide yapışmayacak; Avrupa karşısındaki ezikliğini ilelebet atamayacaktır üzerinden.
Söylemenin hem eylemek kelimesi ile hem ayıtmak kelimesi ile ifade ediliyor olması bize sözün iyiliği yaymak misyonunu gösterir. “Eyü”, “iyi” kelimesi ile irtibatının kopmazlığını da hatırlayalım. Söz söylemek bizatihi iyiliği yaymaktır. Suimisal emsal olmaz, kötü konuşmamak lazım. Ya hayır söylemek lazım ya susmak lazım. Allah aşıklarının susması büyük bir mes’uliyettir.