Bugün istiyorum ki önceden hakkında hiçbir bağlantı kuramadığım bir kök üzerinde durayım. Ül kökü üzerinde durmak istiyorum. Ül’ü gündemime almama sebep kelime ise gül, gülmek. Birinci gül Farsçaya ait denilir, fariside gul, goöl, guül arası şekillerde telaffuz edilir.
Kafa karıştırmasın diye bir çiğçek olan gülü bir kenara koyup gülmek fiilinden hareket etmeyi tercih ediyorum. Neden kafa karıştırmasın diye belirtiyorum? Zira kelime kökünü kurcalamaya meraklı insanlar sık sık başka dilden dillerine geçen bir kelimeyi ya kendi dillerinin öz be öz kelimesi saymaya ya da kendi dillerinin kelimesi başka dillerin kelimesine benziyor diye öz be öz kelimelerinin başka dilden geldiğini savunmaya çok düşkün oluyorlar. Benim bu durumlarda tavrım temkinlilikten, hemen bir karara varmamaktan yana. Bir kelimenin başka bir dilden/başka bir dile geçip geçmediğini anlamamıza imkan sağlayabilecek sorgulamaları kelimeye uygulamaya çalışırım.
Tabii bu başka dilin kelimesini kendi dilinin kelimesiymiş gibi sahiplenmeciliği milliyetçilik demeyeyim de ırkçılık olarak algılamaya yakın duruyorum. Kendi dilinin kelimesini başka dillere ait görme hastalığını ise eziklik, yabancılaşma; Ali Şeriati’nin sık kullandığı bir terimle söyleyelim, alinasyon olarak değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu her zaman için böyledir diyemem elbette, çoğu zaman böyledir. Bilerek, bilinçle “bu kelime aslında şöyledir, şu dilden gelir, sanıldığı gibi yok şöyleymiş, yok böyleymiş değildir” diyenlerle karşılaşmak pek de kolay değil.
“Ül” köküne geçeyim yavaş yavaş: Gülmek, kül, lüle, mül, tül, yül kelimelerini yoklayabiliriz. Tül Fransızca, mül Arapça, lüle Farsça. Gözü kapalı Türkçe diyebileceğimiz kelime gülmek. Kül için de şöyle bir düşünürüz Türkçe mi değil mi diye. Yülden aklımıza ilkin bir şey gelmiyordur muhtemelen ama yülek kelimesini hatırlatabilirim; bir iki yaşlarındaki at. Ayrıca ağzı kütleşmiş baltayı, çapayı keskinleştirmeye de yülek deniyormuş. Yülegi kelimesini ise ustura, keskin anlamında kullanıyormuşuz.
Kül kelimesinin Türkçe olduğunu, Divanı Lügatit Türk’te geçtiğini görüyorum. Külek, külte, kültük, külçe, külve kelimelerini görüyorum Tuncer Gülensoy’un Köken Bilgisi Sözlüğünde. “Külek” küçük bostan kulübesi, külte dört saplı, üzerinde çamur, toprak taşınan tahta araç, teskere; “kültük” Kızgızlarda çömlek; “külte” ve “külçe”yi bağlam, demet anlamında kullanıyormuşuz. Baltanın veya keserin çivi çakılan kalın yanına da külte diyormuşuz. Onbeş yirmi sıra dizilmiş inci dizisine de külte deniyormuş. Diyormuşuz demiyorum, inciler dizilecek, hem de onbeş yirmi sıra; biz de göreceğiz de “Aaa, külte!” diyeceğiz! Dilim tutulur diyemem vallahi. Çöreklenmiş yılan için de külte kelimesini kullanıyormuşuz. Şu çöreklenmek kelimesi de ne şirin bir kelime. Hem çökmüş, hem yerleşmiş. Çöreklerin kıvamını yakalaması için bu iki hareketi gerçekleştirmesi gerekiyor herhalde.
Ül ve müştaklarını irdelemeye haftaya devam edelim.
Davet: 9. Uluslararası Dergi Fuarı 8 Mayıs’ta başlıyor
Başkanı olduğum Türkiye Dergiler Birliği (TÜRDEB) ile kurucusu olduğum World Periodical Union -WPU) tarafından düzenlediğimiz 9. Uluslararası Dergi Fuarında, 8-13 Mayıs tarihleri arasında Sirkeci Garı’nda dergiseverlerle buluşacağız..
Fuarın açılışı 8 Mayıs saat 12.00’de. Pazar Günü Pendik Kitap Fuarında, Pazartesi Kocaeli Kitap Fuarında olacağım. Salıdan Pazara kadar ise binlerce dergisever ile, 500 kadar dergici ile Sirkeci Garındaki Dergi Fuarında olacağım.
Dünyanın ilk ve tek dergi fuarı olma özelliğini taşıyan 9. Uluslararası Dergi Fuarı, bu yıl “Çocuk dergiciliği” ana teması altında gerçekleşecek. Fuarın bu yılki onur konuğu dergisi “İtibar Dergisi”. Fuara 25 farklı ülkeden 150’nin üstünde dergi konuk olacak. Yazar- okur buluşmaları gibi 250’den fazla etkinlik gerçekleşecek.