Dilimiz dönüyor şükür. Dilimizin dönmesinin güzelliğinin, muhteşemliğinin ne kadar farkındasın?
Dilimizin dönmesi ile ilimizin önmesinin arasındaki farın gözünüze görünmesini, kelimelerin özünü örmenizi, örebilmenizi arzu ederim.
“İlimizin önmesi” ne demek? İl zannetmeyiniz ki günümüzdeki vilayet anlamında kullanılan ildir. İl ülke anlamına gelir Türkçede. El şeklinde de kullanılır. “Bizim eller” dediğimizde yerimiz yurdumuz anlaşılırken “elin oğlu” dediğimizde yabancı kelimesi anlaşılır. Vilayet anlamı ise kelimeye 1930’larda yüklenmiş. “İlimizin önmesi” dediğimde ülkemizin öne çıkması, öncülük etmesi anlamını yüklüyorum “önme” diye bir fiil icad ederek. “Bu fiili ben mi icad etmişim, benden önce kullanan birileri olmuş mu?” diye bir bakayım dedim. İlkin Yaşar Çağbayır’ın 300 bin kelime ihtiva eden sözlüğüne bakıyorum: Evet, tam da kelime onda bulunduğunu düşündüğüm manada kullanılıyormuş. “Önmek: öne çıkmak. Hatta türemek, kalkmak, beklemek, yetişmek, büyümek, fışkırmak anlamlarında da kullanılıyor imiş. Tarama Sözlüğüne baktığımda önmek fiilinin geçtiği birçok cümle ve beyit görüyorum birçok eserden alınmış. Onlardan birisi Abdi tarafından 1429 yılında Farsçadan Türkçeye tercüme edilmiş olan Camasbname’den:
“Yalınız sanma ölüm anadurur
Gece gündüz ol bizi önedurur”
Burada “önemek” kelimesinin beklemek anlamında kullanıldığı belirtilmiş sözlükte. Kelimeye sözlükten bakarken gözüme çarpan “önermek” kelimesi ise 1400’lü yıllarda günümüzdeki gibi teklif etmek anlamında değil de geçmek, ileri geçmek anlamında kullanılıyormuş. “Önegü” diye bir kelimemiz varmış, bu ise ön kesmek gibi bir manadan hareketle inat etmek anlamında kullanılıyormuş.
Bu arada “ön etmek” ile “yönetmek” arasında bir mana bağı olduğunu da fark etmişsinizdir.
Ben kendimi bugün kelimeler beni nereye götürürse oraya bırakacaktım. Niyetim “dilin dönmesi”nden girip giriş yaptığım cümlenin kelimelerinin ilk seslerini (harflerini) kaldırıp cümleleri bir de öyle görmenizi (örmenizi) sağlamak idi. Sen tabii, “dil -il” “dönme -önme”den geçip “sağlama” kelimesini “ağlama” olarak görmeyi ve manayı örmeyi denedin ey değerli okur, (hepinize demiyorum, bazılarınızı kast ediyorum) fakat bir bağ kuramadın muhtemelen. O “ağlama” değil, “ağ” değerli okur. Aynı köke sahip kelimelerin birbirileri arasındaki b-ağı (ağı) görebilmen örebilmen, kurabilmen zor değil aslında.
“İl” ülke demek diyorduk. Dilimin dönmesi, ilimin önmesi, ülkemin öne geçmesi anlamına gelir demeye getiriyordum sözü. “Ön” kökü bizi bırakmadı, önetti, yönetti. “Dönmek” kelimesinin “ön” ile irtibatını kuramayan bir yerden dilbilim adamlarımız dilimize bakadursun biz “dönme”nin “ön” ile irtibatlı olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. İnsan her nereye dönüyorsa orası önüdür zira. “Yön” ile “ön” de irtibatlı. “Çönmek” dediğimizde kelimemizi önüne çökmek anlamında kullanmış oluyoruz. “Sönmek” ise ön duygusunun yok olması anlamına geliyor zira “s” sesi kelimedeki ön anlamını dışarı çıkartıyor, söndürüyor onu.
Yazımızın üçüncü cümlesinde “gözünüze görünmek” ifadesini kullanırken niyetim ifadedeki “özünüzü örmek” saklı anlamını/kökünü de görebilmenizi sağlamak idi. Onu ilk geçtiği yerde gerektiği kadar açık şekilde hemen yapamadım, dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştım, kusuruma az bakınız, çok bağışlayınız.
Gönül kelimesinin de kökünün “ön” olduğunu yani gönlün insanı yönettiğini, ona önderlik ettiğini, insanın nereye, kime döneceğini, yöneleceğini gönlün belirlediğini zikretmezsek eksik olur. Gönül dilinden anlamayan kimseler kendilerinin benliklerinin tutsağı olarak her nesneye bön bön bakmak zorunda kalacağını da eklemeliyim.
16. yy’da yaşamış, Serhan Tayşi merhumun iddiası ile La Fontaine’nin masallarını kendisinden arakladığı kişi olan Güvahi bön ile yön arasındaki kafiyeden istifade ederek şöyle demiş:
“Üçüncüsü budurur kim olan bön
Zarafetten edebden anlamaz yön”
Aslında kelimelerin kendisi öyle söylüyor, öyle söylüyor ki kendini. Söylemek kelimesinde bile “öyle” kelimesinin gizli olduğunu görüyoruz.