Önce bir klişe ile başlayayım, bir yıldır bu köşede özgürce yazdım. İbrahim Kiras Beye, “Gazeteyi yazılarımdan dolayı taşlarlar mı?” diye de sordum. “Ülke karışmış, dünyada yer yerinden oynuyor, adam hala kelimelerle uğraşıyor. Haşim’den de mi çirkin olduğunu mu düşünüyor ki, bu kadar kapadı kendini dünyaya” diye tepkiler verirler. Çok baskı altındaysanız bana etimoloji yazıları yazdırmayın dedikçe, “Sen içinden geldiği gibi yaz evlat” deyip durdu. İş bu gazetede yazmamda bir suçlu varsa İbrahim Kiras’tır.
Bir gazetede özgürce yazmak kolay değil aslında. Hele etimoloji yazmak hiç kolay değil. Gazete okurlarının çoğu siyaset yazmanın kolay olmadığını zanneder; bu büyük bir yanılgıdır, asıl özgürce etimolojik yazılar yazmak zordur. Gazetelere baktığınızda her birinde en az 10 gündem yazarı vardır, toplamda tahminen 300-500 kadar gündem yazarı olduğunu sizler de görüyorsunuzdur. Peki ama etimoloji yazan var mı başka gazetelerde? Yok. Bizim gazetede bile yok. Arada konu bulamayınca İbrahim Kiras abi yazıyor, o kadar. Yusuf Ziya Cömert bile, geçmişinde Kayıtlar gibi nitelikli, güzel bir edebiyat dergisi çıkartmış adam, bir kelimeye takıldı mı, işin ayrıntısını Asım Gültekin irdelesin diyor geçiyor.
Latife ederek başladık yazıya, geçmişimizde mizah dergisi çıkarmışlık da olduğundan bu letaifi bitirmek istemesek aylarca sürdürmek mümkün. Aslında keşke Mehmet Doğan, İbrahim Demirci, Yaşar Çağbayır, Tuncer Gülensoy, Hüseyin Rahmi Göktaş, Mustafa Kaçalin ve daha ismini burada sayamadığım dil üzerine kafa yorduğunu bildiğimiz mühim isimler de gazetelerde etimolojik yazılar yazsalar fakat Türk basını o kadar zengin midir sengin midir, bilemeyeceğim.
Bir yıl her hafta yazdım. Peki neler yazdım bir yıl boyunca burada?
Özellikle Türkçe kelimeleri irdeledik, başka dillerin kelimelerine kolay kolay tav olmadık.
Okurlardan ilginç katkılar, bilgiler aldım. Arada bir haddimi bildirmeye çalışan yorumculara denk geldim. Yazılarımın ummadığım ve değer verdiğim kişiler, büyükler tarafından okunduğunu, takip edildiğini sık sık gördüm. Bazı okurlarımdan sözlük hediyesi almak çok güzeldi. Bu arada evdeki sözlük sayısı yüz elli, iki yüz kadar arttı. Tabii hepsi hediye gelmedi. Çoğunu olmadık yerlerden aldım, buldum, gasp ettim vesaire. Bazı okuyucularım DilEvi Etimoloji Topluluğu ile Beşiktaş Kagem’de Cuma akşamları yaptığım Yunus Emre Divanından Etimoloji derslerine gidip gelmeye başladı. 2017 Türk Dili yılı idi. Bu yılı Türkçe kelimelerin kökeni üzerine haftalık düzenli yazan tek köşe yazarı olarak bitirmek bende bir hüzün de uyandırdı ister istemez. Hafif kibir de geliyordu tabii, o kadar hamlık var elbette ama tövbe etmesini öğretmişti canım annem çok küçükken.
Ben yazılarımı yazarken zevk alarak yazdım, bazen irdelediğim kelime kendini çok teslim etmedi kıvrandırdı durdu. Hemen hemen her seferinde onlarca sözlüğün altını üstüne getirerek yazdım yazıları.
Çomardan bahsettik, tavuktan bahsettik. Karınca, baykuş, boğa, sığır, yoğurt, buğday, tarla, tarım, ağaç, ev, yuva, ova, oba ve daha birçok kelimeden bahsettik.
Islanma biçimlerini irdeledik, aralarındaki farkları yakalamaya çalıştık: Şırıl şırıl, şarıl şarıl ve sırılsıklam ıslanmak. Övmek ve sövmek ilişkisi ile alkış ile kargışı kurcaladık. Başkanlardan bahsettik. Bilim ve bilimsel kelimelerini irdeledik, bilim adamlarını saldı üzerimize. Ben kelimesi ile “kendi” kelimesi arasındaki irtibatı yokladık.
Neden başkaları gibi başka dillerden gelmiş eksantrik kelimeleri değil de neden Türkçe kelimelerimizin kökenini anlamaya çalıştığımı sizlerle paylaştım.
İlk yazım farklı yerlere çekilmek istendi. Karar’da yazmak Davutoğlucu olmakmış Tayyip Beyi sevmemekmiş. Ne yalan söyleyeyim, ikisini de seviyorum. Esasen “secdebilir” (ben secdebilir derken “kendi olabilen” diyorum zira kendi olabilmenin sırrının secdeden geçtiğini yine bu sütundan yazdım) her dürüst kişiyi severim, öylesi insanlara başka insanlara gösterdiğim hürmetten daha fazlasını göstermeye çalışırım.
Kitap okuma listelerinin işlevsel olamadığına ilişkin yazım da çok yankı buldu. Yıllarımı okuma gruplarına vermiş biri olduğum için ve çevrem okumayı seven insanlardan oluştuğu için bu böyle oldu belki de. Alanımla ilgili bilim çevrelerinin bilmediği konularda yazmadım sadece, ilim çevrelerince bile bilinmediğini gözlemlediğim Muhammed bin Hamza’nın Kur’an Mealinin Akşemseddin’e ait olduğu kanaatimi de yazdım. Fakat kelimelerin kökenini irdelemenin dışına çıkmaya kalkışmamı okuyucum hiç kabullenmedi, “Siz Türkçe kelimeleri irdelemeye devam edin, diğer konuları başkaları da yazar.” dediler.
Velhasılı geldi geçti bir yılımız. Gelecek günler inşallah bereketli güzellikler getirir aramıza…