Yarım kelimesi ile yardım kelimesinin aynı kökten geldiğini fark ettiğimde içimde bir zenginleşme, bir ferahlama yaşamıştım. Güzel ve büyük bir bahçede neşe içinde koşuyormuşum gibi bir mutluluk hissi. Resmi, ciddi, kimsenin birbirini tanımadığı bir iş yeri ortamında iş arkadaşıyla konuşurken birden onun çok sevdiğin bir dostunun dostu çıkıvermesinin verebileceği mutluluktan daha fazlasını hissettiğimden emin olun.
Yıllar öncesi idi. Kelimeleri keşfetmeye çalışmayı seviyordum. Bu kelime keşfetme maceramda başka dillerden gelmiş kelimeleri keşfetmeye çalışmaktan ziyade Türkçenin kelimelerini keşfetmeye çalışmak hem daha öncelediğim bir iştir hem de daha zevk aldığım bir ameliyedir. Başka dillerin kelimelerini de kavramak şüphesiz hoşuma gidiyor ama bu bir kelimenin hangi ülkeden hangi ülkeye dolaştığının konuşulmasından çok o kelimenin ait olduğu dil içerisinde eki ile kökü ile nasıl şu anki anlamını kazandığını görmek daha zevkli geliyor.
Bir kelimenin ülke ülke dolaşmasını anlatmaya düşkün, bunu sık sık konu edinen etimoloji meraklılarından pek hazzetmem. Bunlar insanın temel, güçlü bir ihtiyacı olan anlama, kavrama ihtiyacını karşılamaya çalışmak yerine bol bol “Ben Paris’teyken…”, “Ben ODTÜ’de okurken…”, “Ben genel müdürken şöyle şöyle yapmıştım” tarzında cümleler kuran insanların yaptığını yapıyorlar gibi gelir bana. Lüzumsuz bir malumatfuruşluk. Hiç sevmem böylelerini. Tümüyle kötü bir şey değildir bir kelimenin macerasını anlatmak, o kibirli havalara kaptırmadan ve sapla samanı fazla karıştırmadan, bir sürü yanlış bilgi vermeden yapılabiliyorsa idare edilebilir bir durumdur. Hatta masum bir zevk olarak da görülebilir ama ben tokum böylesi işler edenlere. Hele bu tipler sizin dilinize ait bir kelimeyi başka dillere mal etmeye başlayacak veya başka dillere ait bir kelimeyi sizin dilinize ait göstermeye çalışacak bir kelime seyahatnamesi konuşmasına başladılarsa o ortamdan koşa koşa kaçmak, mümkünse ışınlanmak isterim.
Türkçe kelimelerin eki ile, kökü ile, ses ses hangi anlam katmanları arasında bir seyir izlediğini görmeye çalışmak inanın daha zihin açıcı, daha ufuk açıcı. Bunu sadece Türkçe kelimeler için söylemiyorum. Bir dilin kendine ait kelimeleri için söylüyorum.
Bir kere kelimeleri kalıplaşmış hali ile görmeye alışmış ve bundan hiçbir şekilde rahatsız olmayanlar ve bundan rahatsız olmadığı gibi, kelimeleri bölüp parçalayarak kavramaya çalışanlardan rahatsız olanlar fark edilmesini arzu ettiğim şeyi ya göremeyecek ya da görse bile anlamsız bulmaya devam edecek. O kullandığımız sesler Rabbimizin üflemesindendir, nasıl anlamsız olsun, nasıl değersiz olsun onlar. Tüm neşvenin, şevkin, coşkunun, hayat pırıltısının kaynağıdır onlar.
Bunları böyle ortaya koyduktan sonra üstelik daha kökses teorisini bilmediğim, bu teorinin doğmadığı zamanlarda bile yani 2004 yılı öncesi zamanlarda bile yarım ile yardımın aynı kökten geliyor oluşunu fark ediyor olmanın lezzetini size de tattırmak isterim.
Yardım kelimesinin yarmaktan geldiği çoğumuzun aklına bile gelmez. Biz birisine yardım ettiğimizde onun işini yardığımızı, işi adeta yarı yarıya böldüğümüzü, bölüştüğümüzü düşünmeyiz bile. Yarmak bölmek, parçalamak demek. Yarı ve yarım kelimesi de yarmaktan geliyor ama doğrusu kafamın almakta zorlandığı bir şey de şudur: Nasıl oluyorsa yardığımız şey yarı yarıya ve yarıma denk geliyor. Yüzde elli yüzde elli olmayı nasıl başarıyor. Bunu çözmek pek kolay olmasa gerek. İri yarı derkenki yarı kelimesi adam yarmasındaki yarma ile kardeş.
Nişanyan Yardım kelimesini Farsçadan getiriyor, yardak kelimesini de Farsçaya bağlamış. Yâr ve deh kelimelerinin birleşmesinden oluşur diyor. Hasan Eren, Çağbayır da öyle aktarmışlar ama deh kelimesi “dad” olarak gelebilir, kelimemiz yardad değil yardak. Bu yapıya benzer bardak, çardak kelimeleri de var. Tuncer Gülensoy yardım kelimesinin de yardak kelimesinin de Türkçe olduğunu belirtmiş. Ben de yardım ve yardakçının Farsça kökenli olduğu görüşüne katılmıyorum.
Allah iyilerin yardımcısı olsun, sizi iyilerden ayırmasın.