Günümüz ekonomik manzarası giderek daha belirlenmiş görünüyor; bireysel çabadan çok aile servetinin rolü öne çıkıyor. "Mirasokrasi" terimi bu değişimi anlatıyor: fırsatların, kişinin yeteneklerinden ziyade doğduğu ekonomik koşullarla belirlendiği bir toplum. Türkiye’de bu durum derin bir şekilde hissediliyor. Bir zamanlar daha iyi bir yaşam için köprü görevi gören orta sınıf, artan kiralar, durdurulamaz enflasyon ve yaşam maliyetinin yükselmesiyle darbe alıyor.
Orta sınıf, ev sahibi olabilen, çocuklarını okutabilen ve küçük lükslere erişebilen bir sınıftı. Ancak, günümüzde bu temel haklar bile birçok kişi için erişilemez hale geldi. Özellikle İstanbul gibi şehirlerde kira fiyatları akıl almaz seviyelere çıkıyor. Eğitim ise yoksulluktan kurtulmanın yolu olarak görülse de artık aile desteği olmadan bu yola girmek zor. Sağlık hizmetleri de aynı şekilde giderek daha büyük bir yük haline geliyor. Temel yapı sarsıldıkça, yukarı doğru hareket etme umudu da sönüyor.
“Anne ve baba bankasına” güvenebilenler ekonomik fırtınalardan korunabiliyor. Onlar, miras kalan evler, finansal varlıklar veya risk alma esnekliğiyle avantajlı durumda. Diğerleri içinse, aile desteği olmadan ayakta kalmak çok daha zor. Dereceleri ve çalışkanlıkları ne olursa olsun, birçok genç için istikrara ulaşmak imkânsız görünüyor.
Enflasyon bu mücadeleyi daha da zorlaştırıyor. Fiyatlar arttıkça, sermaye varlıklarına sahip olanlar servetlerini koruyabiliyor veya artırabiliyor; oysa maaşla geçinenler alım güçlerinin eridiğini izliyor. Bu gerçekler küçük başlangıç farklarının zamanla nasıl devasa eşitsizliklere dönüştüğünü gösteriyor.
SOSYAL HAREKETLİLİĞİN EROZYONU
Bu sosyal hareketlilik kaybı sadece ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda toplumsal bir mesele. Sert bir şekilde çalışmanın daha iyi bir yaşam getireceğine dair inanç, herhangi bir toplumun sosyal sözleşmesinin temelidir. Bu ideal bozulduğunda, özellikle genç kuşakta hayal kırıklığı artar. Yeteneğin ve emeğin, ayrıcalıklı ailelerin servetinden daha az önemli hale geldiği bir dünyada, birçok genç derin bir adaletsizlik hissiyle boğuşuyor.
NE YAPILABİLİR?
Mirasokrasiyle mücadele etmek karmaşık bir görev, ancak bazı ülkeler çözüm yolları sunuyor. Örneğin, vergi reformları bu alanda önemli bir araç. Norveç, serveti daha etkili şekilde vergilendiren bir sistem uyguluyor. Varlıklı bireylerin net servetlerini hedefleyen bu vergi, sosyal programları finanse etmek için kaynak sağlıyor. Böylece miras kalan servetlerin adil bir şekilde topluma katkıda bulunmasını sağlıyor.
Diğer yandan, kamu hizmetlerine yapılan yatırımlar da eşitliği artırmak için kritik. Almanya ve İsveç gibi ülkeler, eğitim, sağlık ve uygun fiyatlı konut projelerine büyük yatırımlar yapıyor. Almanya'nın çift eğitim sistemi, gençleri akademik yollara ek olarak mesleki becerilerle donatıyor, bu da aile servetine ihtiyaç duymadan iyi işlere erişim sağlıyor. İsveç'in uygun fiyatlı çocuk bakımına yaptığı yatırımlar da iş gücüne katılımı daha eşit hale getiriyor ve çalışma sınıfı ailelerine fayda sağlıyor.
BARINMA SORUNUNA ÇÖZÜMLER
Uygun fiyatlı konut projeleri de bu mücadelede önemli bir örnek oluşturuyor. Singapur, vatandaşlarının büyük çoğunluğunun uygun fiyatlı evlere erişebilmesini sağlayan güçlü bir kamu konut politikası uyguluyor. Hükümetin ev sahipliğini sübvanse etmesi, ülkede servet eşitsizliğini azaltarak istikrar sağladı. Bu model, güvenilir bir ekonomik temel sunarak, toplumsal hareketliliği destekliyor.
Evrensel Temel Gelir ve Hizmetler: Finlandiya, Evrensel Temel Gelir (ETG) denemeleriyle dikkat çekti. Herkese belirli bir gelir sağlamayı amaçlayan bu yaklaşım, aile desteği olmadan yaşayanların yüklerini hafifletebilir. Ayrıca, ulaşım, internet ve eğitim gibi evrensel temel hizmetlere erişimi kolaylaştırmak da fırsat eşitliğini artırabilir.
Bu örnekler, değişimin mümkün olduğunu gösteriyor. Türkiye de benzer bir yol haritası benimseyebilir ve geniş kitleleri kalkındıracak politikaları uygulamaya koyabilir. Siyasi irade ve uzun vadeli bir vizyon, mirasokrasi yerine adaletin ve emeğin daha çok değer gördüğü bir gelecek yaratabilir.