Birisine kriptoparalar hakkında ne düşündüklerini sorduğunuzda, genellikle üç cevaptan birisini alıyorsunuz. Gittikçe azalan bir kitleden “kripto ne?”, gittikçe büyüyen bir kitleden “memleket bu haldeyken kriptoya koyacak param mı var sence?” ve olması gerekenden çok daha büyük bir grubun da paralarını nasıl kaybettikleri konusunda olduk olmadık hikayelere girişleri. İlk grubun artık sayısından dolayı onları ele almamaya tercih ediyorum, ikinci grubunda haklılık payından dolayı onları karşıma almamayı tercih ediyorum. Asıl sorun bu kadar çok insanın yatırımlarının karşılığını alamaması. Piyasaların son çöküşünün hemen ardından, belki de kendimize birer yatırımcı olarak ve daha önemlisi “kripto” olarak adlandırdığımız bu yeni arkadaşımızı biraz daha yakından incelemek için bir adım geri atmamız gerektiğine inanıyorum. Bu dönemde geleceği tahmin etmek oldukça zor, gelin tarihten ders çıkartmayı deneyelim.
21.inci yüzyılın ayak sesleri yeni bir şirket türüne eşlik etti. İnternet denen yeni bir konsept, getirdiği teknolojik gücü kontrol edip pazarlamaya çalışan yüzlerce şirketin doğumuna sebep oldu. 1995 yılını takip eden beş sene boyunca, Internetin olağanüstü popülerleşmesine bağlı olarak büyüyen ve çoğalan bu şirketler, inanılmaz değerlemelere ve takriben inanılmaz yatırımlara sebep oldu. Milyon dolarlara satılan web siteleri, bir gecede milyarder olan şirketler ve pek çok başka olağanüstü başarı hikayesi piyasa spekülasyonuna daha da gaz vererek kısır bir döngüyle Nasdaq’ta yer alan halka arz edilmiş şirketlerin kolektif olarak 5 kattan fazla değer kazanmasına sebebiyet verdi. Peki sizce bu inanılmaz artışın arkasından ne geldi? Eğer piyasa sonsuza dek yükselmeye devam etti cevabını seçtiyseniz ne yazık ki yanlış şıkkı işaretlediniz. Dotcom Bubble olarak adlandırdığımız balonun patlaması ve ardından yaşanan olağanüstü piyasa çöküşü, bu yeni sektörün temellerinin çürüdüğünü ve ayakta kalacak altyapıya sahip olmadığını bütün dünyaya göstermiş oldu. Ama sonrasında spekülasyonun ve sürü mantalitesinin yarattığı bu furyanın küllerinden daha güçlü, daha sürdürülebilir şirketler ve projeler çıktı. Sonrasında o şirketler öyle bir devam etti ki, büyük ihtimalle bu yazıyı okuduğunuz süre içerisinde bile bir tanesi telefonunuza bildirim göndermiştir.
Bu kısa anekdotu anlatmamın sebebi, kendim gibi gençlerin hevesini kırmak değil. Ben ilk kripto alımımı 2014 senesinde yapmış birisi olarak, pek çok insana kıyasla bir borsa ekranına bakıp daha da güldüm, daha da ağladım. Bu hikâyenin sebebi, buradan bir ders çıkartmamız gerektiği düşüncem. “Bu coin çarpı 100 yapacak abi”, “O bir kripto milyoneri oldu” gibi cümlelerin, spekülasyon gazladığı bir balon içerisinde bazen hayallere kapılmak kolay olabiliyor. Lakin borsalarda görüp yatırım yapmak istediğimiz köpek suratlı coinlerin altyapıları düşündüğümüz kadar sağlam, piyasaya katkı payları düşündüğümüz kadar çok olmayabilir. Bazen büyük bir çöküşün ardından kendisini kanıtlayacak olan şirketleri takip etmeye çalışmak, duygularımıza göre hareket edip, arkadaşlarımızın tavsiyelerinden veya sosyal medya fenomenlerinin tweetlerinden daha değerli olabilir. Şunu unutmayalım ki, iddiaların ve görüşlerin çakıştığı serbest bir piyasa ortamında herkesin kazanmasına imkan yok. Ne yazık ki mevcut ekonomi içerisinde bizim daha da az kaybetme lüksümüz olduğunu düşünüyorum.
Etrafı dinlersek, bize çok mesaj verebilir. Enflasyonla mücadele eden tek ülke biz değiliz, yükselen faiz oranları, ipotek oranları sadece bu yankılanan seslerden birkaç tanesi. Ben bir kripto maksimalist olabilirim, ama en son baktığımda kimse karnını hayali internet coinleriyle doyuramıyordu. Blok zincir teknolojisi kadar çağ atlatıcı bir teknoloji artık hayatımızın hep bir parçası olacağı kesin, ama ayaklarının üzerinde durmayı öğrenmeye çalışan bir çocuğun düştüğünde ezilen şanssız karınca olmanızı istemem. İyi şanslar.