Siyasi hayatımıza yeni bir aktör katıldı.
Ali Babacan başkanlığında, kurucular kurulu Demokrasi ve Atılım Partisi’nin açılış törenini gerçekleştirdi. Partinin tüzük ve programı açıklanırken, Babacan, yeni siyasi partinin siyasi tutumu, duruşu ve önerilerini anlatan bir konuşma yaptı.
Türkiye’nin demokratik siyasete ihtiyacı acil.
Hukuk devleti ilkelerine geri dönüşün iki aracı var:
Demokratik siyaset ve bu çerçevede siyaset mekanizmasıyla-toplum arasında oluşacak yeni bağlar.
Ve bu bağlar üzerinde artacak “açık toplum” projeleri, bu projeler arası ilişkiler, ittifaklar, onların yaratacağı meşruiyet ve yeni bir toplumsal dalga.
Türkiye bu dalganın ön esintilerini zaman zaman hissediyor. Yeni aktörler, yeni siyasi dil önerileri, yeni partiler bu esintilerin parçalarını oluşturuyor.
“Yeni” vurgusu bu günlerde özellikle önemli.
Çünkü her yeni, her taze, her yıpranmamış umut taşıyan siyasi girdi, siyasi arenada çoğulcu bir zemin oluşumu için bir ön koşul oluşturur. Çünkü çoklaşma ve çoğullaşma sağdan sola, merkezden çevreye siyasi temsil sahalarının heterojenleşmesini, diğer ifadeyle bu sahalar üzerindeki tekellerin kırılmasını, bu yolla siyaset ve toplum arasında yeni köprüler kurulmasını ifade eder.
Bu durum, İmamoğlu gibi bir “yeni” ve CHP ilişkisi bakımından da böyledir. AK Parti ile Gelecek Partisi ve DEVA Partisi ayrışması açısından da. Bu karşılaşmalar, muhafazakar, sol, sağ, merkez siyaset alanlarının tazeleyicisidir. Yenileyici, zorlayıcı ve rekabeti besleyicidirler.
DEVA ve Babacan’ın yaydığı umudun asıl kaynağını burada aramak gerekir.
DEVA, vasıflı lideri, deneyimi ve demokratik siyasi temsil eden kurucu kimi parçaları, iddiaları ve ilk çıkışıyla sadece AK Parti’nin tekelindeki muhafazakar alanın demokratik bir söylemle buluşarak heterojenleşmesinin değil, aynı zamanda merkez siyasi alanın yeniden oluşmasının, bunun üzerinden iktidarın el değiştirmesinin de taşıyıcısı olabilir.
Nitekim gerek DEVA’nın programı ve tüzüğü, gerek Babacan’ın açılış konuşmasındaki üslup ve vurgular “yeni bir merkez” ve “demokratik bir meydan okuma” fikrine göndermeler yapıyordu.
Bu çerçevede ilk göze çarpanlar şunlardı:
- Muhafazakarlığa hukuk devleti, basın özgürlüğü, açık toplum, liyakat, demokratik laiklik gibi evrensel değerler üzerinden özgürlükçülük aşısı...
- Geleneksel liberal tutuma, katılımcılık, şeffaflık, çevre hassasiyeti, kadın meselesi, farklı aidiyetlere dair farkındalık gibi iddialar üzerinden çağdaş demokrasi aşısı...
- Popülizmin, ekonomiden siyasete, toplumdan kültüre (kültür savaşlarına) uzanan içe kapanmacı, ayrımcı tutumuna karşı tavır...
Bunlar Türkiye’nin de beklentileri ve şüphe yok ki, Babacan ve DEVA’yı cazibe merkezi olmaya götürebilecek anahtarlar.
Ancak başarı kilidinin ikinci anahtarı daha var.
Bu, bu yeni siyasi aktörün bugüne ve yarına işaret ederek gücü temsil ettiğine, iktidara değebileceğine dair bir kamuoyu algısı yaratmasıdır.
Bu anahtar sanki üç sayılı bir şifreden oluşuyor.
Sayılar sırasıyla:
Muhalefette iktidar siyaseti yapma yolu bulmak, diğer ifadeyle kimi temel konularda, dosyalarda siyasi arenanın oyun kurucusu olabilmek...
Muhalif alanda diğer açık toplum projeleriyle etkileşim kurmak, bu alanı örerek oluşturmaya katkıda bulunmak, diğer ifadeyle diyalog ötesi, ortak noktalar üretimine dayalı alan oluşturucu ittifaklar yapabilmek...
En nihayet Cumhur İttifakı’nın yeni muhafazakarlık ve milliyetçilik söylem ve politikasına, muhafazakar ve orta sınıf gözünde ikna edici alternatifler üretmek...
Yazıyı Demokratik ve Atılım Partisi’nin programından ifade alıntılarıyla bitirelim.
“Kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, yargının tarafsız ve bağımsızlığı, katılımcı ve çoğulcu demokrasi, temel insan hakları, başta ifade ile basın özgürlüğü olmak üzere tüm özgürlükler, vatandaş odaklı, katılımcı, tarafsız, saydam, hesap verebilir, denetlenebilir, etkili ve verimli bir kamu yönetimi, gençlerimizin geleceğe umutla baktığı, milletimizin barış ve huzur içinde yaşayacağı, saygın ve güçlü bir Türkiye ideali...”
Umarız, umalım...