Yasak, topluma, siyasete, kültüre gelen yasak, keyfi yasak, yasaklayan bakımından baş edilemeyen bir durumu tarif eder. Yasağı önlem olarak alanlar açısından koruyucu görünen bu tür hamleler, orta ve uzun vadede ağır tahribata yol açarlar. Hegemonya üretir, toplumu, toplukları bölerler.
Her yasak bir aczin ifadesidir.
Yok saymakla yok olmayan toplumsal taleplere, varoluşlara, özgürlüklere yönelik her yasak onu getiren için bir yenilgidir. Ve her yenilgi öfke, güvensizlik, daimi bunalım demektir.
Yıllarca bir rejim sorunu haline getirilen tesettür meselesi, örneğin, yasaklardan doğmuştu. Dindarlıktan, dinî hareketlerden değil, güç kavgalarından, bir kesimin sistem üzerindeki kültürel tekelini korumak çabasından, bu çerçevedeki kurmacalardan ileri gelmişti. Bugün, başörtüsü üniversitelerde, emniyette, orduda, devlette serbest ve Türkiye dini rejim ve örtü tartışmasından hiç olmadığı kadar uzak.
Alevi kimliği gerginliği, benzer bir şekilde, yıllar boyu, dışlama söylemleri, halleri ve politikalarından kaynaklandı. Karşılıklı güvensizliği, kimliklerin siyasallaşmasını, aktifleşmesini besledi. Bugün Türkiye bu sorundan da hızla uzaklaşıyor. Cumhurbaşkanlığı adaylığında örneğin, mezhep kimliği zikredilmez hale gelmiş bulunuyor, kaşınmadığı, yasakları ima eden tartışmalara konu olmadığı oranda, siyasi olarak önemsizleşiyor.
Bu, bir tür normalleşmeye işaret eder. Siyasi iktidarın 2015 sonrası izlediği kimlikçi kadrolaşmalara, politikalara rağmen, toplumsal haller, karşılaşmalar, etkileşimler üzerinden son 20-25 yılın eseri olarak karşımızda durur.
Ama, tersi örnekler, hala, pek çok.
Bunların başında Kürt sorunu geliyor. Yasaklar ve yaptırımlarla kuşatılan Kürt meselesi, normalleşme ihtimalinden her geçen gün uzaklaşıyor. 2016 sonrası ağır baskı altına alınan Kürt kimliği, dili, kültürü, ve siyaseti, bu baskı oranında Kürt sorununun büyümesine, anti-demokratik hamlelere bir gerekçe kılınmasına Kürt seçmen dokusunun diğerlerinden ayrışmasına, yol açıyor. Kürt meselesi açık örnektir: Toplumsal talepler yok saymakla, yasaklamakla, bastırmakla, şiddetle yok olmuyor. Çözülmeyen derin toplumsal sorunlar, sebep oldukları siyasi kavgalarla, bu kavgaları besleyen toplumsal kutuplaşmalarla, güvensizlik ve tedirginlik ortamıyla krizler üretiyorlar. Bu krizler gündemin içinden, somut sorunlardan çok, sistemin dibindeki tortulardan, korkulardan ileri geliyor ve gündemi kuşatıyor.
Kürt meselesini onunla iç içe giren, ifade özgürlüğüne yönelik yasaklar ve yaptırımlar takip ediyor. Talep, eleştiri, hak arayışı, özgür örgütlenme Türkiye’de son yıllarda bir suç hali oldu. İnternet ve internet siteleri yasaklarına tanık olduk. İstenmeyen dilekçeleri imzalayan öğretim üyeleri üniversitelerden atıldı. Siyaseten istenmeyen üniversiteler kapatıldı. Dönem Ermenileri üzerine yapılacak bilimsel toplantılar valilikler tarafından yasaklandı. Sosyal medyayla ilgili boğucu yasalar gündeme geldi. Cumhurbaşkanına hareketten 7 yılda 160 bin 169 soruşturma açıldı, 3 bin 625 hapis cezası verildi. Toplanmaya, yürüyüşlere, mitinglere, pop konserlerine bile yasak geldi.
En nihayet, birkaç gün önce, geçenlerde, geleneksel büyük bir rock konseri bin kaymakamlık tarafından yasakladı.
Neden açık aslında: Endişe, korku…
Toplanmadan korkma, belki atılacak sloganlardan korkma, belki bir hayat tarzına keyfi set çekme, muhtemelen hepsi birden…
Yasaklar da korkunun göstergesidir.
Korkan, yasaklar ve sonunda yenilir.