2024 yerel yönetim seçimleri, 2023-2024 seçimler zincirinin son halkasını oluşturacak.
Bu seçimlerin önemi, belediye hizmetlerini kimin yöneteceğini kadar, genel seçim sonuçlarını teyit edip etmeyeceğinden, İstanbul’u CHP’nin elinde tutup tutamayacağından, bunların taşıyacağı siyasi anlamdan oluşuyor.
AK Parti, Cumhur İttifakı ve Erdoğan’ın tekrarlanacak bir başarısı, örneğin İstanbul seçimlerini kazanmaları yukarıda altını çizdiğimiz ruh halini iyice pekiştirecektir. Tersi olur, muhalefetin direnci belli sınırları geçerse, İstanbul’u İmamoğlu alır, genel bir çıkış yakalanırsa, toplumsal psikoloji bakımından kartların yeniden karılma ihtimali bulunuyor. Yerel seçimlerin, elbette meclise ittifak sonucu giren kimi küçük siyasi partilerin var olma meselesi bakımından da önemi var. Kimi siyasi partiler yükselme yaşarken, kimilerinin yok olmaya gitmesi pek âlâ mümkün görünüyor.
Siyasi aktörler ve seçmen grupları bu seçime hangi durumda ve siyasi iklimde katılacaklar? Diğer bir ifadeyle toplumsal ve siyasal bakımdan 2023 seçimlerinin toplum ve siyaset üzerindeki etkileri, bunun Mart 2024’e muhtemel yansımaları nasıl değerlendirilmeli?
2023 seçimleri Türkiye’nin siyasi ruh hali üzerinde herhangi bir seçim sonucundan daha derin etkiler yarattı. Muhalif kesimde seçim öncesi, son günler hariç, beklenti ve koşullanma, iktidar değişikliği varsayımı üzerinden yaşanmıştı. Ekonomik kriz, iktidarın örselenmesi, muhalif partilerin Türk siyasi tarihinde nadir görülen biçimde, kimi uzlaşma sorunlarına rağmen “demokrasi ve restorasyon cephesi” oluşturup bir araya gelmeleri, yüzde 10 civarında seçmen gücü olan Kürt siyasi partisi HDP’nin desteğini almaları, yıllar sonra ilk kez esas hedefi Erdoğan iktidarına son vermek olan muhalefetin psikolojik üstünlüğü ele geçirmesine yol açmıştı. Ne var ki, seçim sonuçları tersi bir istikamette tecelli etti.
Bu durum beklentilere oranla muhalif kesimde bir “şok”, iktidar kesimde bir “özgüven katlanması” etkisi yaptı. Şok, çeşitli sonuçlara yol açtı.
İlk sonuç, muhalif kesimde umutsuzluğun kronikleşmesi, özgüven kaybı ve siyasi motivasyon düşüklüğü, dolayısıyla, “partisel siyasette görece mesafe hali” oldu. İkinci sonucun yine seçmen düzeyinde siyasete yönelik algıda yaşandığı söylenebilir. Sık tekrarlanan, aynı sonucu veren seçim ve referandumlar, siyaseti ve siyasi oyunu, seçim yarışmasına indirgemeye, bu oranda içini boşaltmaya, “kazanan” sorusuna endekslenmeye başladı. Siyaseti seçime, seçimi ittifaklara ve dönemsel pazarlıklara indirgeyen, söylem ve imaj kampanyalarına dayanan akış, “siyaset-seçim-siyasetsizlik” üçgenini beslemeye başladı.
İktidar tarafında ise muhafazakarlık, milliyetçilik, otoriterlik üçlüsünün iyiden iyiye doğal toplumsal-siyasal hal olarak kabul görmesi olarak ifade edilebilecek bir özgüven yükselmesi yaşandı. Sonuçta, bir tarafta zorunlu kabul ve endişe, diğer tarafta özgüven ve coşku esasen aynı istikamete yöneldiler: Güçlü siyasi irade/siyasi lider endeksli disiplinli toplum, otoriter/milliyetçi siyaset modeli Türkiye’nin mevcut konjonktürde yeni ve doğal yolu görülmeye başladı.
Bu ikili durum onlara “verilen anlam bakımından” temsili demokrasinin Türkiye’ye has krizi olarak ele alınabilir.