İdlib meselesi çığırından çıkmaya başladı. Hava saldırısı sonrası gelen 33 şehit haberi bu bakımdan yeni bir eşiği ifade ediyor.
Bu askerler neden ölüyor? Türkiye’nin Suriye topraklarında ne işi var? Mevcut koşullarda, Suriye-Rusya-İran iş birliği karşısında, sınırlı askeri araçlarla, hava sahasına çıkma imkanlara sahip olmadan Türkiye, savunamayacağı, koruyamayacağı bir bölgede kalmakta neden ısrar ediyor?
Hükümet bu sorulara yanıt vermekten, inandırıcı açıklamalarda bulunmaktan uzak.
İçeriye ve dnyaya açıklanan gerekçe, mülteci akınını durdurmak, buna bağlı olarak sivil katliamları engellemek.
Asıl gerekçe ise kabul edelim ki farklı.
Türkiye, İdlib’i koruyarak, Suriye’de anayasa yapımının ve güç paylaşımının son aşamasında söz sahibi olmak istiyor. Askerlerini orada ileriye yönelik bir pazarlık unsuru olarak bulunduruyor. Dahası bu yolu izlemezse, Afrin, Cerablus ve diğer kontrolünde tuttuğu güvenlik ceplerini elinde tutamayacağı, oraları da rejime ve Kürtlere kaptıracağı kanaatini taşıyor.
Sonuç olarak iş pratikte gelip, beka söyleminden otoriter meydan okumalara kadar pek çok konuda olduğu gibi, Türkiye’nin 2015 sonrası izlediği Kürt stratejisine dayanıyor.
Bu stratejinin Türk dış politikasını tümüyle içine çeken dış ayağı, Ankara’nın, Suriye’deki Kürt varlığını askeri güç üzerinden kullanarak, gerekirse başka ülkelere müdahale ederek Türkiye sınırlarında uzakta denetim altında tutmak, siyasi imkanlara kavuşmasını her pahasına engellemek üzerine kurulu.
Siyasi iktidarın Kürt stratejisi sadece dış değil, iç politikayı da yönetir halde. İç ve dış siyaset, bu çerçevede bir blok oluşturuyor. Bu blok siyasi iktidarın varsaydığı, zaman zaman kurguladığı tehditlere karşı, askeri, kanuni, keyfi araçlar da dahil olmak üzere her tür imkanla yürütülen örtülü bir savaş politikasına işaret ediyor.
Suriye’de savaşın nedenini sorgulamaya buradan başlamak gerekir.
Bu politikanın ilk andan itibaren yanlış olduğu söylüyoruz.
Yanlıştır zira, savaş ve çatışma iklimini tabileştirir, bu iklim başta Kürt sorunu olmak üzere hiçbir sorununu çözmez, tersine onları azdırır, taraflarını çoğaltır, sistemde endişeleri artırır ve ülkeyi otoriterleştirir.
Yanlıştır zira, sürdürülebilir ve sonuç alınabilir bir politika değildir. Türkiye bu yolla bölge gücü olamaz, mülteci akınını durduramaz. Hükümetin kendi tanımları ve bakışı çerçevesinde elde ettiği kimi başarılar, örneğin Suriye topraklarındaki cepler geçicidir. Sadece ABD-PYD ilişkilerinin geldiği nokta bile Türkiye’nin iddialarının karşılıksız olduğunu göstermektedir. Türk kuvvetlerinin rejim güçleri ve Rusya tarafından Afrin’den geri itilmemesi için siyasi ve askeri bir neden de bulunmamaktadır. Türkiye’nin ilişkileri, askeri imkanları, en önemlisi çatışmanın Suriye topraklarında olmasından kaynaklanan konumu iddiasının karşılığı bir güce sahip olmadığını da göstermektedir.
Söylenmesi gereken son söz şudur:
Siyasi iktidar Türkiye’yi altından kalkamayacağı bir maceraya sürüklüyor.
CHP’nin bu konudaki itirazları anlamlıdır, zira bu tür politikalar tartışılabilmelidir. Ancak çatışma ve şehit haberlerinin bu bakımdan zor koşullar ürettiğini, siyasi partiler arasındaki yakınlaşmaları yeniden belirleyebileceğini de söylemek gerekir.
Ahmet Davutoğlu, eski politik tutumunu bir kez dolaşıma sokan, Cumhur İttifakı’na da uygun bir açıklama yapıyor, İdlib’i savunmayı önkoşul haline getiriyor, Türkiye’nin NATO’yu da devreye sokması gerektiğini söylüyordu:
“İdlib’de askerlerimizin ve gözlem noktalarımızın bulunduğu bölge ülkemizin güvenlik alanı olarak ilan edilmeli. Bu alana yönelik her türlü askeri faaliyetin hasmane bir tutum olarak değerlendirileceği ve mukabalede bulunulacağına dair bütün taraflar bilgilendirilmelidir. Artık sadece Astana ve Soçi mutabakatlarına atıfla İdlib’deki askeri varlığımızı korumak mümkün değildir. Türkiye’nin ilan ettiği güvenlik alanının NATO tarafından da kabul edildiği ve bu alanda hava sahasının uçuşa kapatıldığı ve Türk birliklerine yönelik her saldırının İttifak’ın 5. maddesi çerçevesinde değerlendirileceğine ilişkin karar alması talep edilmelidir. Sadece görüşmede kalınmamalı, ortak askeri bir plan talep edilmelidir.
Güç politikası...
Şaşırdığımı söyleyemem…