Gazeteci Ali Bayramoğlu “Bugünün tartışmalarını sadece partizan düzen etrafında değil aynı zamanda devletteki vakumun ürettiği geniş devletçi ittifak çerçevesinde ele almak gerekiyor” diyor.
Türkiye’nin son dönem çıplak gerçekleri arasında “yeni bir siyasi alan” oluşumu bulunuyor.
Yeni siyasi alanla kastettiğimiz, birçok aktörü kuşatan, ortak bir hassasiyet, hatta dil içeren bir tür “şemsiye sistem”dir. Bu alan her sosyal-siyasal sistem gibi ortak bir işleyişe sahip olmak kadar, o ortaklık etrafında dönen, onu araçsallaştıran ve ondan beslenen ittifak, ayrışma, çatışmaları da içeren bir yapıdadır.
Bu konuda ilk ciddi ipuçları 2015’te siyasi iktidar ve devletin değişen Kürt politikasıyla, 2016 darbe girişimi sonrası yeni siyasi dengeler ve boşlukla ortaya çıktı. Oluşum 2018 seçimlerinden sonra iyice pekişti. Bugün gelinen noktada, bu alan, bir yandan siyasi kararlar, tartışmalar, hiyerarşiler üzerinde yönlendirici, hatta belirleyici bir rol oynuyor. Diğer yandan temel siyasi tartışmalar, sıcak siyasete ilişkin ana çatışma eksenleri bu alanda şekilleniyor ya da bu alanda meydana gelen çatışmalar, tartışmalar siyasi hayatın ana çatışma eksenlerini oluşturuyor.
Alanın oyuncuları yeni bir dil ve duruşla boy gösteren muhafazakar-milliyetçi-devletçi aktörler. AK Parti ve MHP’den, İYİ Parti’ye, devlet geleneğini türlü biçimlerde temsil eden kurum, grup ve şahıslara ve ulusalcı hassasiyete kadar uzanıyorlar.
Anlamı ve karşılığı ne bunun?
Bildik siyasi aktörlerin birlikte yeni bir hareket alanı oluşturması, akla önce, yeni siyasi koşullar altında siyasi kartların yeniden karılmasını ve yeni ittifaklar dizisini getirir. Nitekim AK Parti-MHP ilişkisi (Cumhur ittifakı) yaşadığı çıkışlar ve inişlerle bu çerçevede karşımıza çıkıyor ve tartışılıyor.
Ne var ki yeni siyasi bir alan, bildik ittifak hallerinden daha ileri, daha kapsayıcı, daha kalıcı bir durumu ima eder. Bu tür, çok aktörlü, hegemon bir rol oynayan, karmaşık ilişkiler barındıran siyasi alanları, siyasi partilerin fayda arayışına endeksli ilişkilerinden ötesinde değerlendirmek gerekir. Büyük konjonktürel farklılaşmalar, yeni siyasi ve uluslararası girdiler üzerinden yaşanan bölgesel, ulusal siyasi denge değişiklikleri, bunların tetiklediği siyasi refleksler, uyum çabaları, endişe, beklentiler, bu açıdan tanımlayıcı bir rol oynarlar. Bu tür girdilerle karılan sadece siyasi partilerin fayda kartları değil, siyasal bütünlere, ideolojilere ilişkin stratejik tarihsel kartlardır.
Nitekim bu yeni siyasi alanın oluşumunu izah eden iki büyük mesele ya da siyasi girdi bulunuyor.
Bunlardan ilki başta PKK-YPG olmak üzere Kürt siyasi varlığının Ortadoğu bölgesinde kazandığı hareket sahasına verilen sistem tepkisi, bu saha karşısında biraz da siyasetsizliğin veya güvensizlik-endişenin ürettiği beka endeksli, anti-Kürt (hareket anlamında) politik hassasiyettir. Çözüm süreci döneminde hakim Kürt politikası nasıl o günün yeni Türkiye tasavvurunu simgelemişse, şu an pek çok farklı aktörü etrafında toplayan yeni Kürt politikası da bugünün resmi ve yeni Türkiye tanımının simgesi, taşıyıcısı, haline gelmiştir.
İkinci mesele, 2016’da yaşanan cumhuriyetin devlet düzenine dair en ağır travmasının etkileriyle ilgilidir. Sıkça tasfiye politikaları ve amacının ötesine taşan olağanüstü hal rejiminin ağır sonuçlarının gölgesinde kalan darbe girişiminin devlete yarattığı görülmemiş çaptaki vakum etkisi, kurumsal iflas, diğer bir ifadeyle çöküşü ima eden büyük kriz, bu yeni siyasi alanının oluşumunda belirleyici bir rol oynayacaktır. Farklı, hatta antagonist aktörlerin aynı dairede buluşmalarının ana nedeni, fail ve ürettiği sonucun ifade ettiği sıcak tehditle mücadele kadar, vakumu gidermek istikametinde aktörlerin birbirine bağımlıkları, karşılıklı varoluşsal ihtiyaçlarıdır.
Eş zamanlı bu iki mesele karşısında, askeri karargah, devletteki milliyetçi kadrolar, beyaz ulusalcı gruplar, danışmanlık görevine soyunan milliyetçi-devletçi eski siyasiler, bakanlar, “açık/kapalı, bilinen/bilinmeyen, planlı/refleksif çeşitli ilişki ve yollarla” bir araya geldiler. Bu aktörler arasındaki ana bağı, siyasi rant mekanizması ve iktidar paylaşımı gibi yan unsurlar dışında “beka kaygısı-tehdit-tehlike” olarak tabir edilebilecek, bir karşı-liberalleşme dalgası, ülkedeki siyasi alanını bile bir tehdit kaynağı olarak gören denetimci ve asayişçi bir bakış açısı oluşturdu.
Bugünün tartışmalarını, örneğin devletin yeniden yapılanmasını sadece, iktidarın şahsileşmesi, sadakat arayışı ve partizan düzen etrafında değil (ki o muhakkaktır ve madalyonun diğer tarafıyla tam eşleşen bir yüzünü oluşturmaktadır), aynı zamanda devletteki vakumu tamire, merkezi ve merkeziyetçiliği ihyaya, bu çerçevede devlet-toplum ilişkilerinde ve Kürt politikasında geri dönüşe yönelik, arayışlar ve alışverişlerle ele almak gerekiyor. Yaşadığımız siyasi gelişmelerin arka planında, çok aktörlü “devletçi devlet restorasyon işlemi”nin bulunması bir ihtimal olmanın ötesine geçiyor. Hukuk sınırlarını zorlayan siyasi tedbirlere, yürütme gücünün keyfi siyasa uygulamalarına, hatta yeni anayasaya açılan o büyük kapının arkasında bu ilişkiler ve endişelerin yattığını iddiası dikkate alınması gereken bir varsayım haline geliyor.
Bu tür yeni bir siyasi alan ve aktörlerinin türlü yollarla siyasal sistem üzerinde siyasi bir hegemonya kurması şaşırtıcı değildir. Muhalif aktörler ya bu “baskı” altında ezilir ya da arada kalıp silikleşirler.
Ana muhalefet partisi uzunca bir süredir, seçimlerden bu yana siyasi alanda hemen hiç yok. CHP’nin seçim sonrası siyasi gündem maddelerini, Muharrem İnce’nin Kurultay toplama girişimi, Türkçe Kuran tartışma, disiplin arayışları gibi içe dönük meseleler oluşturuyor. HDP ise dıştan ve içten çifte baskı altında siyasi denklemin olmasa bile, siyasi gündemin marjında yer alıyor.
Seçimlerden bu yana siyasi alandaki kritik ve belirleyici tüm siyasi tartışmalar esasen Af, rahip Brunson, öğrenci andı tartışması örneklerinde olduğu gibi (İYİ Parti’nin de dahil olmaya çalıştığı) bir çerçevede AK Parti ve MHP arasında seyrediyor.
AK Parti-MHP arasındaki tartışmalar, bu çerçevede, fikir ayrılıkları, Mart yerel seçimlerine cumhur bloku olarak girmeyecek olmaları, aralarındaki ittifakın sona ermesinden çok, altını çizdiğimiz bu hegemon alan içindeki rekabetlerine işaret ediyor. Gerçekten de bu tartışmalar genel olarak bir “işletme” rekabetine ilişkin yaşanıyor. Bu açıdan bu iki siyasi parti arasındaki ilişkilere dair şu üç hususun altı çizilebilir. 1. Popülist yarış. 2. Siyasi söylem ve yön hakimiyetinde pay kavgası. 3. Milliyetçilik, inanç süzgeci dozu konusunda kısmi ideolojik ayrışma. (Erdoğan’ın mağdur ve af arasında mutlak ilişki içeren dini vurgu konusundaki hassasiyeti, MHP’nin anti-Kürt bir bakışı da içeren Türklük vurgusu konusundaki keskinliği bu konudaki öze ilişkin göstergeler). Buna karşın, bu iki siyasi parti arasında asayişçi devlet politikası, Kürt hareketine karşı alerjik hassasiyet, tasfiye politikaları ve devletin yeniden yapılanması kimi temel ideolojik ve siyasi konularda kayda değer bir ayrışma, iktidarın paylaşımı dahil herhangi bir tartışma ortaya çıkmıyor.
AK Parti-MHP arasındaki ittifak bitebilir, bu durumda “Türkiye’nin önünde yeni bir çözüm süreci dahil yeniden liberalleşme alanı açılır” beklentisi, ne yazık ki, şu aşamada, gerçek bir durumdan çok umutsuzluğun ve sıkışıklığın zorladığı düşüncelerden kaynaklanıyor.
Gerek siyasi aktör, gerek seçmen ittifakları bakımdan Türkiye’de son dönem siyasetin ana zemini bu tablo oluşturuyor. İktidar arayışları da muhalefet imkanları da bu durumu kavramaktan ve ona yanıt veya alternatif üretmekten geçiyor.
Bu yeni siyasi alan, sıradan sıfatlarla tanımlanamayacak ve keskin çıplak bir gerçektir. Ancak bu alanın ürettiği hegemonyanın Türkiye’nin geleceğinin kurmaktan çok boğmak riski de başka keskin ve çıplak bir gerçektir.