Son gelişmelerden, Peker’in arka arkaya gelen açıklamalarından sonra Türkiye’de hukuk devletinin ”yok hükmünde” olduğu iyice ortaya çıktı.
Aslında ortaya çıkan, madalyonun diğer yüzüdür.
Malum, ilk yüzü, anayasal düzenle birlikte ucube bir tek adam yapısı ve uygulaması, hukukun ve yargının iflasını, siyasi keyfiliğin tavan yapmasını görüyor, biliyor, yaşıyorduk.
Ortaya çıkan ikinci yüz, sistemin yeni gayri resmi yapısı, yasa dışı mekanizmaları ve bunların “ekonomi politiği” oldu.
Görünen şu ve durum açık:
15 Temmuz darbe girişimi sonrası yeni düzende, darbe vesile edilerek, (etkili devlet arayışı çerçevesinde eski Nazilerin kullanılması, yeni vurucu güçlerin üretilmesi misali) türlü ittifaklarla yeni bir iktidar, rant ve paylaşım düzeni kurulmuş durumda. Bu düzende, çetelerin siyasetin parçası haline geldiği görülüyor. Diğer ifadeyle, bu çetelerin siyasi iktidarın kullandığı, resmi kurumlara ilişkili bir araca dönüştüğü anlaşılıyor.
Tayyip Erdoğan’a küfür eden milletvekilinin karakolda, dışarıdan gelen biri tarafından dövülmesi...
(Ahmet Hakan olsa gerekir) gazeteci saldırısı (Levent Gültekin’inki de muhtemel), gazete baskınıyla Hürriyet Gazetesi sahibinin korkutulması ve malını iktidar yanlısı bir gruba satmasının sağlanması...
Ağar, Çakıcı, Peker gibi isimlerin korku, tehdit, seferberlik mekanizmasının işlevsel parçaları haline getirilmeleri...
Bunların başka anlamı olabilir mi?
Bu tablonun 1990’lı yılların sonunda ortaya çıkan mafya-siyaset-ticaret ilişkileri yumağından ne farkı var? Ticaret Bankası’nın satışı, Milliyet ve Yeni Yüzyıl gazetelerinin el değiştirmesi sırasında olup bitenlerden, mafya örgütlerinin (Macaristan’da Mesut Yılmaz’a yapılan saldırı gibi) siyasi lider yumruklatmalarından, banka ihalelerinde boy göstermelerinden aşağı kalır yanı var mı?
Bu tablonun devlet yararına “vur” çetelerinin kurulduğu Susurluk öyküsünden ne eksiği var?
Hatta fazlası var.
Kimi siyasi partilere mafyanın uyuşturucu baronlarından topladığı haraçla destek olması daha görülmüş bir durum değildi.
“İnsanları ağaçlarda, direklerde sallandıracağını” söyleyen, “kan banyosundan” söz eden kaba güç topluluğu şeflerinin, iktidara destek mitingleri yapması daha önce hiç yaşanmadı.
Çakıcı gibi bir ismin, neredeyse tüm muhalefet liderlerini, Kılıçdaroğlu’nu Babacan’ı, Davutoğlu’nu tehdit ettiği, siyasi dille siyasi alanda baş gösterdiği, iktidarın küçük ortağı tarafından aleni destek ve açıklamalarla korunduğu, büyük ortağı tarafından sessizlikle desteklendiği tarz bir dönem hiç olmadı.
Mehmet Ağar, Engin Alan, Korkut Eken ve Alaattin Çakıcı’nın, yeni dönemin simge üssü Palmira oteldeki pozlarının anlamı şimdi daha iyi anlaşılıyor.
Mevcut siyasi ittifakın özünde ne tür bir maya olduğu şimdi daha net hale geliyor.
Çoğunlukçu bir düzende, devlet içi kurumsal dengelerin çöktüğü bir dönemde, siyasetin ilkelerden ve toplumdan ne denli koptuğu, siyasi gücün nasıl bir tahakküm aracına dönüştüğü daha çok ortaya çıkıyor.
Bu işin para, rant yanı vardır elbet.
FETÖ operasyonlarıyla veya FETÖ’cü olma bahanesiyle servetlere el konulması, servetlerin el değiştirmesi, bununla ilgili ortaya çıkan ilk koku.
Kimse, bu düzenek hep vardı, yine var, diyerek bu olanı sıradanlaştırmamalı.
Evet, hep vardı, her dönemin, her iktidarın bu tür bir sistemi oldu. Ancak bu kez, karşı ağırlık yok, toplumun tepki imkanı yok, kısmi temizlik, sorgu araçları yok, yargı yok, hukuk yok.
En fazla, Erdoğan, açığa çıkanları içeride cezalandıracak, görevden alacaktır ve düzen devam edecektir.
Türkiye suç örgütlerinin siyasallaşması bakımından hiç bu kadar rejimsel bir tehlikenin sınırında olmadı.
***
Not. Geçen hafta yazacağımı söylediğim iç dinamiklerle siyasi değişim imkanı ve gereği yazısı, haftaya kaldı. Çünkü bu gereğe, bu suç siyaseti tablosu da eklendi. Ya muhalefetin birliği ya hiç noktasına doğru ilerliyoruz.