Her seçim bir toplumsal irade beyanıdır.
Erdoğan, bu bakımdan, Türkiye’yi tüm meşruiyetiyle 5 yıl daha yönetecek.
Her seçim, sonuçlarıyla, toplumsal eğilimler ve siyasi istikamet bakımından önemli veriler içerir.
2023 seçimleri, toplumun denk ağırlıkta, ancak zıt iki büyük siyasi tasavvur ve siyasi davranış arasında ayrıştığını gösteriyor. Kabaca ifade edilirse; kefenin bir tarafında bireysel fayda ve rasyonalite arayışı diğer tarafında toplulukçu beklenti ve güç tasavvuru var.
Bu, bilinmedik bir ayrışma değildir. Esas olarak ülkenin asli tarihsel belirleyenin, hakim kültürel fay hattı ve gerilimlerin bir izdüşümüdür.
Ayrışmanın tarafları, dönemsel olarak değişen, demokrasi ve otokrasi arasında dolaşan farklı siyasi biçimler alsalar da, esas olarak onları kimlikçi refleksleri, kültürel tasavvur hatları, bu çerçevede karşı karşıya gelmeleri belirliyor. Türk tarihinin sayfalarını da bu iki kutup arasındaki çatışmalar, uzlaşma arayışları veya Kürt kimliği karşısındaki ortak tutumlarıyla oluşturuyor.
Özetle tarihi-toplumsal resim baskın kültürel-siyasi ayrışma, onun içine gömülmüş sosyo-ekonomik haller ve konuma göre değişebilen ideolojik tutumlardan oluşuyor.
Erdoğan, son yıllarda karşılaştığı, hatta ürettiği kriz dalgalarını, bunların yıkıcı siyasi etkilerini, toplumdaki kimlikçi ve milliyetçi eğilimlere dayanarak nasıl aşabildiyse, bu seçimleri de aynı çerçevede kazandı.
Erdoğan’ın seçmeni, bireysel çıkardan çok kültürel değerleriyle hareket eden, kültürel aidiyetleri, çıkarları ve beklentilerinden hareketle tercih yapan, cemaat faydasının kendisine maddi-sembolik bireysel fayda olarak döneceğini bilen bir kesimi temsil ediyor.
Bu seçmen grubu, muhafazakar dünyayı, Türkiye’nin yarısını ve kazananını oluşturuyor.
Bugünkü hassasiyetleri ne bu kesimin?
20-30 yıl önce, muhafazakar kesimin değer sistem hiyerarşinin tepesinde dini unsurlar yer alır, kültürel aidiyet, daha çok dindarlık ve simgeleri üzerinden tanımlanırdı.
Bugün değer hiyerarşisinde bir yer değiştirme yaşanıyor. Milliyetçi arayışlar, simgeler ve daha baskın bir hal aldı. Ulusal bütünlük ve büyüme kadar, kültürel bütünlük ve büyüme kişilerin taleplerinde, siyasallaşmalarında temel taşıyıcı oldu. Bu çerçevede güç, başarı ve büyümeye endeksli milli hassasiyete, beden, aile, ahlak mikro siyasi unsurları eklendi. Diğer ifadeyle dini değerler bu çerçevesinin destekleyicisi, bir parçası haline geldi.
Bu yer değiştirme muhafazakar kesimin geldiği nokta bakımından sanıldığından daha önemlidir.
Kültürel değerler hiyerarşisinde en üstte kültürel hakların, (başörtüsü örneğinde olduğu gibi) özgürlük alanı arayışının önde olduğu dönemler, demokrasiyle iç içe giren eşitlenme arayışını ifade ediyor; hak ve özgürlük peşinde koşan bir muhafazakar kesime işaret ediyordu.
Bugün ise, muhafazakar talep esas olarak eşitlenme değil, hükümranlık talebi olarak karşımıza çıkıyor. Büyüme, güçlenme, içte ve dışta hegemonya, güçlü lider, geleceğe yönelik varoluş, farklılık karşıtı, çoğunlukçu düzen ve monolitik toplum gibi bir dizi milli şemsiye altında toplanan hususlara vurgu yapıyor.
Ayrışma değişmiyor, taraflar değişmiyor ama taşıyıcının ideolojik vurgusu farklılaşıyor.
Siyasette de esas olarak bundan oluşuyor.
Nitekim son seçimlerin ikinci boyutu burada karşımıza çıkar.
Bir soruyla ifade edelim: Son seçimler, bu açıdan, Türkiye’nin siyasi rejiminin gidişatı bakımından bize ne anlatıyor?
Demokratik ülkelerde her seçim bir demokrasi şölenidir. Seçim, meşruiyetin en önemli ve vazgeçilmez kaynağıdır. Buna hiç şüphe yok. Ancak demokrasinin seçimlerin varlığından da ibaret olmadığı da muhakkak. Demokratik düzen, hukuk devletinin, denge ve denetim mekanizmalarının, özgürlükler düzenini, katılımı esas olduğu bir rejimdir.
Bunların olmadığı seçimli düzenlere, seçimli otokrasiler adı veriliyor.
Otokrasiyi andıran bir anayasal düzenle, demokratik ilkelerin geride kaldığı yeni hakim toplumsal eğilimlerle Türkiye bunun neresinde?
Önümüzdeki yazıya…