Akşener’in seçimlerden sonra izlediği yolun gerek kendisi gerek ülke bakımından dikkatle izlenmesi gerekiyor.
İyi Parti ittifaklar düzeninden, ilişkilerinden uzak, bağımsız bir yol izlemek istiyor. Ne tür bir değerlendirme yaptıkları biliyoruz. Mealen şöyle: “Yüzde 10’da kalmamızın nedeni yanlış siyasi taktikler ve ittifak politikaları izlemiş olmamızdı. Hem müttefiklerin olumsuz yönlerinin faturası da bize çıktı hem istediğimiz gibi hareket edemedik. Artık, birilerinin yükünü taşımadan ya da iş birliği yapmadan, siyasi öneri ve kimliğimizden taviz vermeden yol almalıyız…”
Bu söyleme Akşener, son zamanlarda “hatalarımıza rağmen yüzde 10 aldık. Seçmen bize buralarda, gözümün önünden ayrılma dedi” sözleriyle bir tuğla daha koydu.
Buradan sonuç alır mı? Umduğu ve beklediği gibi siyasi merkezi doldurur, Erdoğan sonrasının alternatifi olur mu?
Yanıtı elbet seçmen verecek.
Yine de bunun çok gerçekçi bir beklenti olduğunu sanmıyorum. Merkezi doldurma, yükselen dalgaların üzerinde sörf yapma, zamanın ruhuyla, siyasetin tabiatıyla, toplum siyaset ilişkisiyle bağlantılı şeylerdir.
İYİ Parti, bu bakımdan seçmen için alternatif bir parti olmanın dışında henüz büyük anlam ifade etmiyor diye düşünüyorum.
Ama, bu, elbette İYİ Parti ve Akşener’in meselesi. Alacakları risk, tutturacakları yol, onların sorunu.
Ne var ki, işin herkesi ilgilendiren bir başka boyutu daha var. Bu boyut, İYİ Parti’nin bu ittifaksız-bağımsız siyaset ve seçim tercihlerinin Türk siyasetini, muhalif siyasi alanı nasıl etkileyeceğiyle ilgilidir.
İYİ Parti’nin herkes seçimlere bağımsız girsin, herkes boyunun ölçüsü çıksın” önerilerinin bugün itibariyle hiçbir gerçek karşılığı yok. İki turlu cumhurbaşkanlığı seçimi, siyasi kutuplaşma, kimi partilerin üzerindeki baraj baskısı, Türkiye’yi bir siyasi ittifaklar, en azından seçim ittifakları dönemine soktu.
Mevcut seçim sistemi ve anayasa değişmedikçe, bu düzenden memnun bir siyasi iktidar bloğu var ortada. Bu blok, AK Parti, MHP, ulusalcılar ve devlet ittifakı gibi siyasi bakımından birbirine bağımlı aktörlerden oluşuyor. Dahası bunlar arasında bir dil, söylem, beklenti kesişmesi var. Disiplinli toplum, ideolojik kısıtlarla belirlenmiş bir siyasi alan, güçlü devlet, dünya gücü Türkiye iddiası olarak tanımlanabilir bu. Bunun toplumda da bir karşılığı olması son derece önemli.
Dolayısıyla Türkiye’deki hakim siyasi gerçeklik iktidar etrafında inşa edilmekte olan yeni yapılanma. Velhasıl, bir taraf ittifakı zamanın siyaset formu, gücün formülü haline getirmiş durumda.
İttifaktan kaçan, ittifak kuramayan karşı taraf ise aritmetik olarak her zaman kaybetmeye aday bu oyunda.
İYİ Parti’nin “bağımsız politikasının”, bunda ısrar ederse, ilk sonucu kaybedecek bir muhalefet olması kuvvetli muhtemeldir.
Muhtemel riskler bundan da ibaret değil.
Şu paradoks önemli: Mevcut dengeler itibariyle İYİ Parti’nin siyasi dilinin bir tarafı muhalefetle uyumlu, muhalefet saflarında, diğer tarafı ise iktidarla uyumlu, iktidar saflarında. Türkiye’nin Kürt politikası, Orta Doğu politikası bakımından İYİ Parti ile iktidar partilerini arasında fark neredeyse yok. Bu anlamda Akşener fark etse de etmese artan oranda siyasi iktidarın “kurucu siyaset” anlayışının içinde yer alıyor.
Eleştirel siyaset bakımından belki muhalif kanatta, ancak eleştirel siyasetin ikna edici kitlesel dalga yaratan bir yönü ne yazık ki yok.
O zaman risk şudur:
Yalnız başına kalacak, güçlenecek ya da yüzde 10’luk bir güçle varlığını sürdürecek bir İYİ Parti’nin özgür siyaset, kendi kimliğine uygun strateji anlayışı, kendine has kurucu bir siyasi dil üretmedikçe onu bağımsız aktör olmaktan tekil konular üzerinden iktidara daha yakınlaştıracak bölünmüş aktör olma gibi bir gelişmeyle sonuçlanabilir.
Ve Türkiye’nin siyasi yelpazesi muhalefetin bu zayıf noktasından hareketle değişiklikler yaşayabilir.