Peker’in açıklamalarıyla kopan gürültünün türlü boyutları var.
Olgusal, ilişkisel boyut bunlardan bir tanesi.
Peker, neden yurtdışına çıktı? Kendisine hangi koşullarda dönüş sözü verildi? Söz neden tutulmadı ve hakkında soruşturma açıldı? Peker’in Berat Albayrak, Pelikancılar, Ağar, ama esas olarak Soylu’ya yönelik öfkesinin ve ifşaatlarının arkasında bu soruların yanıtları yatıyor.
Yanıtlar tam olarak bilinmiyor.
Ancak, ilgililerin yaptığı açıklamalar dikkate alınırsa, bir dönem Soylu-Albayrak-Ağar arasında bir mücadele yaşandığı, Peker’in bu mücadele rol aldığı, karşı tarafın baskısı, yan tuttuğu tarafın arka çıkmaması (çıkamaması) üzerine, hedef haline geldiği ve sonunda çaresizlik içinde infilak ettiği varsayımı oldukça akla yakın duruyor.
Skandal büyük ve açık.
Madalyonun ilk yüzünde, açık bir şekilde, iktidarın mensuplarının, bakanların, kimi siyasi partilerin mafya gruplarıyla kurdukları ilişkiler, dahası siyaset ve iktidar kavgalarında mafyanın rolü görülüyor. Peker’den önce Çakıcı’nın siyasi parti liderlerini siyasi tavır alarak tehdit etmesi, iktidarın küçük ortağı tarafından koruma görmesi ortadaydı. Basılan gazeteler, dövülen gazeteciler ve muhalif siyasetçiler, siyasi nitelikli mafya lideri mitingleri, siyasi tutumlara tehdit dolu açıklamalar da öyle. Mafyanın siyasi alana girmesi ve siyasallaşması bu boyutta ilk defa görülüyor. Bu boyut, 2016 sonrası kurulan siyasi düzenin unsurlarından birisini tarif ediyor.
Madalyonun diğer yüzü de birincisi kadar vahim.
Bu yüz, devletin mafya grupları da dahil olmak üzere, para-militer yapıları, özel şirketleri kullanması, bunları devletin örtülü kurumları haline getirmesi ve bunun dozuna işaret ediyor.
Erdoğan, Soylu’ya sahip çıkıp Peker hakkında yakalama kararı çıkarılınca, ifşaatlarda iş, siyasi iktidarın merkezine yönelmeye, Erdoğan’a işaret etmeye başladı. Peker, Suriye’ye gönderdiği yardım kamyonlarının (!) arasına SADAT’ın silah dolu kamyonlarının sokulduğunu ve bu silahların Türkmenlere değil, cihatçılara gittiğini iddia etti.
Malum, bu ilk değil. Bu tür iddialar, bugüne kadar hep yalanlandı, sert iktidar tepkilerine yol açtı, Ama iddialar hiç dinmedi. Uluslararası alanda, dış basında, dış kaynaklı analizlerde, raporlarda sürekli dile getirildiler. Peker’in içeriden verdiği bilgiler, şimdi bu işi bir kez daha gözler önüne getirdi.
AK Parti iktidarının dış siyasette iki tür yeni araç kullandığı söylendi.
İlk aracın, “Türkiye’yle bağlantılı resmi olmayan güçler ve faaliyetleri” olduğu iddia ediliyor. Bir tür “Çatlı modeli” dillendiriliyor. 17 Ağustos 2015’te, Bangkok’ta 20 sivilin ölümüyle sonuçlanan bir Hindu tapınağının bombalanması ile Tayland’ın bir grup Uygur mülteciyi Çin’e iade etmesi arasında, dış basında bu çerçevede bağ kuruldu ve kimi iddialar ortaya atıldı. Nitekim Tayland’da bir Türk tutuklandı. 2 Kasım 2020’de, Fransa’da Ermeni soykırım anıtı tahrip edilince, Macron Fransa Ülkü Ocakları’nın faaliyetini yasakladı, Batı basını bu yapıları Türkiye’nin güdümündeki gayrı resmi güçler olarak yorumlamaya başladı.
İkinci araç, vekaletçi güçler, Türkiye’nin desteklediği kimi gruplar olarak karşımıza çıkıyor. Bunlar, Suriye’de ve Libya’da etkinler. Burada işin tam merkezinde, SADAT bulunuyor. Özel Harpçi ve Tuğgeneral Tanrıverdi tarafından kurulan, SADAT’ın (yani Seyitler), bu tür yapılara özel eğitim verdiği iddia ediliyor.
Erdoğan, 10 Aralık 2020’da, “Rusya’dan bir güvenlik şirketi söz konusu. Bu şirket, oraya güvenlikçilerini göndermiş vaziyette. Eğer Libya bizden böyle bir talepte bulunursa, o zaman Libya’ya da aynı şekilde elemanlarımızı gönderebiliriz” demişti. Daha sonra Reuters Ajansı, “Suriyeli savaşçıların SADAT üzerinden Libya’ya gittiklerini iddia etmiş”, Tanrıverdi, bir röportajında, Libya’ya Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) yerine özel şirketler aracılığıyla asker gönderilmesinin TSK’nın yükünü azaltacağını söylemişti.
Tabii bu işin bir Türkiye, iç siyaset ayağı var.
İddialar tümüyle doğruysa, asıl soru, Türk devletini ve ülkedeki siyasi rejimi bu dönem nasıl isimlendirmek gerekeceğidir.