Erdemler, insani değerler, hak ve özgürlükler bakımından insanlığı ileriye taşıyan dönemler olduğu kadar, geri döndüren evreler de vardır.
Tarih, haklar, özgürlükler, insani değerler bakımından yazılabileceği gibi yağmalar, pogromlar, mezhep katliamları, sömürgecilik dönemi vahşetleri, din, medeniyet adına işlenen toplu cinayetler açısından da yazılabilir.
İki dünya savaşı arası faşist rejimler, ırkçı uygulamalar, yok etme sanayisi, teknolojisiyle toplama kampları, soykırımlar, soykırım girişimleri bilinen, insan eliyle gerçekleştirilen bilinçli, planlı yakın vahşet örnekleridir.
İsrail devleti, kimi hükümetleri, kimi politikacılarıyla, son Gazze saldırılarıyla bu örnekler arasında yerini alıyor.
Tarihte çatışma dönemleri, çatışmaların, öldürmenin, saldırının, hatta vahşetin şu ya da bu gerekçeyle doğrulandığı, savunulduğu dönemlerdir.
Çatışanlar, daha doğrusu saldırganlar, hemen her zaman “aşkın atıflar” şemsiyesi altındaki kimliklerdir, siyasalardır, ideolojiler, faydalardır.
Hedefler ise her zaman öteki kabul edilen medeniyetler, insanlar, siviller ve topluluklardır.
Tarih sarkacı uzunca süredir, 11 Eylül ikiz kule saldırılarından bu yana çatışma tarafında salınıyor.
Çok-kültürlü toplum idealleri, erdemleri adım adım çatışmalar karşısında eriyor, yerini her yerde, saflık, has kimlik arayışına, bu çerçevede kültür savaşlarına bırakıyor.
Kültür savaşları gücünü ve enerjisini düşmanlık, öfke ve dışlamadan alır. Öfke toplumda tutuarsa, doğal olarak öteki toplumu meşru hedef görülmeye, şiddet bir müdafa aracı, bir panzehir olarak görülmeye başlar.
İslamofobi bunun bir parçasıdır. Doğu’daki, İslam dünyasındaki Batı karşıtlığının vardığı uç nokta, göçmen dalgalarının ürettiği rejimler, duygular, siyasi dalgalar, ölümler de öyle…
Tekrar edelim: Hamas’ın 7 Ekim saldırısı kim ne tarafı tutarsa tutsun, hangi ideolojiye sahip olursa sivil insanlara yapılan bir saldırıydı.
İsrail’in günlerdi verdiği karşılık bunu katmerli biçimde tekrar ediyor. Siviller, kadınlar, çocuklar, hastalar öldürülüyor.
Sivilleri hedef alan gruplar arasında taraf tutabilir miyiz?
Şiddet karşısında, “oluyor, yapılıyor ama şu nedenle” tarzı doğrulayıcı bir nedensellik ilişkisi kurmak meşru olur mu?
Ne yazık ki, bugün olan budur.
Tarihin insani değerler bakımından ciddi bir iniş evresini bu nedenle yaşıyoruz
Devletlerin pek çoğu “taraf siyaseti” izliyor.
Toplumda, siyasette tavırlar genellikle kimliksel.
Elbet insani ilkelerden hareketle itirazlar var. İsrail’de var, Müslüman ülkelerde var, Batı’da var. Ama etki bakımından cılız…
Evet, insani iniş evresi muhakkak, ancak Ortadoğu’da yaşananlarla inişin inanılmaz hızlandığı da muhakkak.
İsrail’in saldırıları, Hamas-İsrail çatışması, karşı tarafı yıldırmak için medeniyetleri, insanları, sivilleri, ilkeleri imha eden bir dalganın uç evresidir… Sadece bu eylemleri yapanlar bakımından değil, aynı zamanda onlara verilen kimlik merkezli destekler açısından öyledir…
Bugün Batı’da Hamas eşittir IŞİD gibi toptancı bir okuma var, bu tarafta ise denklem tersten kuruluyor.
Şiddet karşında, kimlik merkezli, inanç merkezli, milli fayda merkezli algılar ve açıklamalar, insani erdemlerin kurtçuklardır.
Kemiriliyoruz…