Bir akıl yürütme düşünelim. Verili dış bir gerçeği, örneğin bir ideal düzeni, onun ahlaki-siyasi varsayımlarını mutlak doğrular olarak kabul etsin.
Her keskin inanç gibi, bu akıl yürütme de, doğal olarak, bu gerçeğe mesafeli her durum ve iddiayı, ona yönelik tasarlanmış bir tehdit, bir hamle olarak görecektir.
Bu durumda, tüm yanlışların, aksamaların, bozulmaların, karşı hamlelerden, bu hamleleri yapan faillerin niyetlerinden, çarpık bakışlarından kaynakladığını varsayacaktır. Yaşanan her bunalım, her karışıklık, her başarısızlık onu planlayan, üreten, harekete geçiren, ciddi etki ağına sahip güçlere işaret edecektir. Denklemde özne hep tek boyutlu ve tek yönlü davranışa sahiptir. Ya kurar ya bozar. Kurucu özne “ben”i, “biz”i, bozan özne “öteki”yi ifade eder.
O zaman, bu akıl yürütme için, siyaset, “doğru” bakışı temsil edenlerin bu düşmanlarla yapılan mücadelesinden oluşur. Siyasi başarı, bu mücadele kaynaklarını seferber etme kabiliyetiyle ölçülür. Eylem esas, çatışma doğaldır, farklılıkları, etkileşimi ifade eden siyaset anlayışı tümüyle devre dışıdır.
Bu satırlar, Türkiye’de her yerde, en basitinden en karmaşığına her tartışmada, her gelişmede karşınıza çıkan zihniyeti, otoriter zihniyeti tarif eder.
Süflilik o noktadır, yukarıdaki satırlar bile verilecek örnekler yanında fazla kalır.
Enflasyon örneğin, iktidara göre, izlediği politikalardan değil, terörist olarak tabir ettiği birtakım fırsatçıların fiyatları yükseltmesinden oluşmaktadır. Ahlaksızlığı üreten enflasyon değil, enflasyonun üreten fırsatçı ahlaksızlardır. Dolar yükselmesi, Türk lirasına güvenin azalmasından, enflasyona rağmen faizlerin düşürülmesinden, paranın güvenli yere kaçmasından değil, dış düşmanların operasyonlarından ileri gelmektedir.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, önceki gün grup toplantısında sarfettiği “Çarşı pazar marketlerdeki vicdani olmayan zamlı ürün satışlarından samimi olarak şikayet edenlere hak veriyorum. Fakat vatandaşlarımızın günlük iaşe çabasını istismar edip pireyi deve yapanlara da terörün acıklı maliyetini hatırlatmak görevimizdir. Teröre yardım ve yataklık eden bölücü kebapçıların işsizlikte payı vardır” sözleri bu mantığın vardığı uç duruma işaret ediyordu.
Hafiftir ama ciddidir bu akıl yürütme.
1942’de Varlık Vergisi döneminde, “karaborsacı, ahlaksız, haksız kazanç sahibi” ilan edilen “gayrimüslimlere” vergi koymaya kadar gitmişti.
Bu akıl yürütme tarzı sadece iktidar saflarında gözlemlenmez.
Örneğin hayali düşman meselesi, dünden bugüne kâh askerin, kâh Türk solunun, kâh milliyetçi, kâh İslamcı grupların diline pelesenk olmuş, farklı biçimler almış ve ancak aynı otoriter siyasi tınıya işaret etmiştir. Onlar da ülkedeki her eksikliği, gerilimi, sıkıntıyı, sorunu dış kaynaklı planlarla, Türkiye’ye, Türk milletine, onun değerlerine karşı planlı ve sistemli saldırılarla açıklamış, her soruyu, sorguyu, eleştiriyi bunlarla özdeşleştirmişlerdir.
Nitekim bugünler yine revaçta olan, “yetmez ama evet” tartışmasının, daha doğrusu “bu fikrin savunucularının taş yağmuruna tutulmasının, “entelektüel suç” gibi tehlikeli tabirlere kadar giden tavırların arkasında bu koku, değişmez ve mutlak düzen inancı, buna dair mutlak kutuplaşma ve siyaset karşıtlığı vardır.