Peker’in açıklamalarıyla ortaya çıkan vahim görüntü bir dizi soruyla derinleşmeye devam ediyor.
Birinci soru şu: 2016 darbe girişimi sonrası kurulan yeni düzende, MHP-Çakıcı, Soylu-(AK Parti) Peker bağlarının işaret ettiği ilişkilerinin, mafya gruplarının siyasi araç ve aktör hale gelmelerinin anlamı ve çapı nedir?
İkinci soru şöyle: İktidar alanı içinde siyasi partiler ve kişiler arası, partiler içi çekişme ve hesaplaşmalarda, Erdoğan sonrası planlarda, kişilerin eylem alanlarını genişletmelerinde mafyanın rolü bulunuyor mu?
Üçüncüsü: Mafyanın kullandığı ve ürettiği rant sisteme akıyor mu?
Dördüncüsü: Susurluk döneminin çoğu ortada kalmış eylemleri ve yapısı yeniden alevlenir ve bu alev bu kez iktidar tarafından söndürülürse bunun sonucu ne olur?
Bu sorular, aklıma, ilk çırpıda gelenler.
Bu ve benzer her bir sorununun ayrı ayrı skandal hallerine işaret ettiği ve ortalama bir hukuk devletinde ortalığı, iktidarı altüst edeceği muhakkak.
Ne var ki, artık, Türkiye hukuk devleti olmaktan çok uzak.
Yargının, harekete geçmek ya da işi geçiştirmek için uzun süre majestelerinin, yani Erdoğan’ın kararını beklemesi, bunun açık göstergesiydi.
Beklenen, Erdoğan’ın yapacağı siyasi kar-zarar hebası, bu istikamette ortaklarıyla kuracağı kimi temaslardı.
Hukuk devletinin iflasının daha büyük göstergesi Erdoğan’ın kararını vermesiyle karşımıza çıktı. Erdoğan, dün partisinin grup toplantısında, Peker’in videolarını kendisine, partisine ve ülkeye (zaten ona göre aralarında bir fark yok) yönelik yeni bir tezgâhın parçası olarak gördüğünü açıkladı.
Ne demişti Soylu?
Mealen, “2015’te ABD’nin güdümünde AB’nin yönlendirmesiyle, HDP, SETA, Davutoğlu, işbirliği Kürt devleti kurmaya, Türkiye’yi bölmeye ve Erdoğan’ı tasfiye etmeye niyetleniyordu. Ben buna siper oldum. Şimdi yine, aynı cepheden yeni bir saldırıyla karşı karşıyayız” diyordu.
Ne var ki, yine dün, dönemin Kıbrıs’ta görevli Kurmay Albaylarından Galip Mendi (daha sonra jandarma genel komutanı olacak) Korkut Eken ve Atilla Peker’in (PKK istihbaratı gerekçesiyle) Kıbrıs’a geldiklerini ve kendilerine beyaz Toros tahsis edildiği açıkladı. Sedat ve Atilla Peker’in “Kutlu Adalı’yı öldürmeye gittik” iddiasını bir anlamda doğrulamış oldu.
Hürriyet Gazetesi baskını iddiası da orta yerde duruyor…
Ve diğer iddialar…
Varsın dursunlar, hüküm iktidarın değil mi?
Ancak, ülkenin geleceği bakımından şimdi ortada yeni bir sorun var.
“Suç”un yanına, “suçun aleni ve siyasi olarak örtbas edilmesi daha şimdiden eklenmiş bulunuyor.
Delilleri ortada duran suç ve ilişkilerin göz göre göre örtbas edilmesi, bu tür ilişkileri normalleştirir ve yerleşik hale getirir.
Otoriter ve keyfi düzenler bu yolla daha çok derinleşir.
Erdoğan’ın dün grup konuşmasında Rize’de Akşener’in karşı karşıya kaldığı şiddet sınırındaki protestolarla ilgili tepkisi bunun örneği değil midir?
“Gelin hanıma (Akşener’e) çok ileriye gitmeden ders verdiler. İkizdere yetmedi, Çayeli’ne gittin. Orada da gerekeni yaptılar. Daha neler olacak neler... Bunlar iyi günler...” sözleri şiddet ve tepkiyi siyasal araç olarak görmekten, bunu “millet tepkisi” diyerek doğallaştırmaktan başka ne anlama gelir?
Peker’in açıklamaları yeni rejimin görünmeyen yüzünü ortaya koyuyor, kurumlar-siyaset-çete ilişkilerinin aldığı son biçime işaret ediyor.
Gelinen bu noktanın şakası olmadığını, bizzat Bahçeli ve Erdoğan’ın açıklamaları gösteriyor.
Bu, derinleşirse geri dönüşü zor olacak bir gidiştir.
Bu gidişi durmanın tek yolu mevcut düzeni değiştirmek için seçimlerde bir araya gelecekleri ilan edecek birleşmiş bir muhalefettir.
İstisnasız tüm muhalif partilerle ve tek gün gündem maddesiyle…