Kültürel duyarlılıklar, özellikle aidiyetler her zaman siyasi hayatımızın belirleyici unsuru oldu.
Bu belirleyicilik 90’lı yıllarda ivme kazandı.
Kürt kimlik hareketi ve duyarlılığı bu çerçevede oluşan siyasi partiler, sol oyların kategorik olarak azalmasında önemli unsurlardan birisini oluşturdu. İslami kesimin oyları da merkez sağdan çekildi.
Bu “siyasi merkez”de tarihsel bir çöküntüye yol açtı. Siyasi yelpaze yeni bir dağılama sahne oldu.
Ülke bu dağılımın sonuçlarını 1993-2002 arasında merkez sağ ve sol krizi, koalisyon zorunlukları ve istikrarsızlık olarak yaşadı.
Toplumsal düzeyde bireyi hak ve özgürlükleri açısından kültürel yönleriyle yeniden tanımlayan kültürel kimlikler şemsiyesi açıldı.
2002 sonrası bu dalganın kurucu bir evresini oluşturdu. Milli Görüş Hareketi kadrolarının hakim olduğu, yeni nesil siyasi partiler, FP ve AK Parti, 28 Şubat sonrası ve etkisiyle AB üzerinden evrensel değerlere kapı açtı.
Bu yeni bir sayfaydı.
Bireysel ve kültürel vurgular başat gittiler.
Bir değişim dalgası devreye girdi
AK Parti’nin 2002’de başlattığı esasen katıksız olarak 2008’a kadar süren bu değişim hamlesi, bu siyasi partinin kimlik kaygılarından, duyarlılıklarından hiç bir zaman muaf olmadı.
Zira izlenen temelde, demokratik yöntemlerle, demokratik değişimler üzerinden kimlik eşitlenmesi politikalarıydı.
Muhafazakar toplumsal katmanlarda kültürel ya da sosyolojik eşitlenmenin demokrasi bakımından taşıdığı anlamın, evrensel değerlerin işaret ettiği demokrasi fikri karşısında ağır basması, AK Parti’nin büyümesinde önemli bir etken oldu.
İzlenen politikalar bir yandan eşitlenme üzerinden demokratik bir hamleye işaret ederlerken, öte yandan söz konusu algı demokratik değişim yolunun kapanamasında etkili oldu.
Nitekim yaşanan sapmalara, tüm otoriter ve popülist politikalara rağmen, bugün hala muhafazar seçmenin üçte birinde, Erdoğan açtığı alanla muhafazakar cumhuriyet ya da cumhuriyetin muhafazakar boyutunun kurucusu olarak görülmektedir.
Anlamı nedir bunun?
Özellikle iki husus:
Kimlik meselesinin önemi…
Bu meselenin hem kurucu hem yıkıcı özelliklerinin varlığı…
Türkiye’nin son 10 yılda siyasi olarak yaşadıkları hastalıklıdır.
Ancak toplumsal talepler, dalgalar ve olarak son 20 yıl ciddi ve hala hükmü olan bir gerçekliğe işaret eder.
Bu topraklarda toplumun oluşma biçimi, iç içe girmeyen, yan yana yaşayan, değer kavgası veren ve cemaatçi tutumlar izleyen kimliklerin, yığma taştan yapılmış bir ev gibi üst üste durmasına benzer.
Bu sosyolojik gerçek zaman zaman su yüzüne çıkar, kaçınılmaz biçimde kendisini dayatır.
Mesele bundan sonra ne olacağıdır?
Kültürel kimlikler meselesini dünün hastalıklı durumu olarak görmemek, bu çerçevede farklılıkların tümünü kuşatacak, aralarında sağlam köprüler kuracak bir dil ve siyaset inşa etmek, hala en önemli meselelerimizden birisidir.
Dar alan siyasetini arkasında bırakacak ve bu bağı kuracak olanlar, siyasetçi, düşünce adamı, akademisyen kim olursa olsun, yarını kazanacak ve oluşturacaklardır.