23 Kasım’ın faturası zamanla çıkacak. Ancak oluşumu ortada. Doların bir günde yüzde 14’lere varan artışının arkasında Türk lirasından kaçış yatıyordu. Kaçanlar da önemli ölçüde bu ülkenin insanlarıydı.
Bu, bir güvensizlik resmiydi. Türk lirasına, geleceğe ve siyasi iktidara yönelik güvensizlik… Açık değil mi? Cumhurbaşkanın kabine toplantısından sonra yaptığı, kendi içinde derli toplu, manifesto havası taşıyan, yeni bir ekonomik politika hamlesi ve iddiasını ortaya koyan bir konuşmaydı. Küçük tasarruf sahiplerini, sokaktaki insanları kağıt üzerinde teskin etmesi gereken bu açıklama, tam tersi bir sonuç verdi.
Belirsizlik devam ediyor.
Siyasi iktidarın bu “garip politikası”nın nereye oturacağı tam olarak bilinmiyor. Bu istikamette gidilirse, İsviçre’nin Société General Bankası gibi doların birkaç ay içinde 14-15 TL’ye ulaşacağını varsayanlar bulunuyor. İsmet Berkan’la Karar Tv’de yaptığımız “Sadece Gündem” programına katılan Turkey Data Monitor’un kurucusu Murat Üçer, dövizdeki her yüzde 10’luk artışın enflasyona yüzde 2,5 civarında yansıdığını söylüyordu.
Velhasıl bedel büyüyecek. Fatura, harcama, emek, üretim başta olmak üzere her tür araç üzerinden, her alanda, herkes ciddi bir fakirleşme yaşayacak.
Peki bu tablonun siyasi karşılığı var mıdır? Soruyu daraltalım: Bu gelişmeler iktidar partisinin veya partilerinin oy potansiyelini nasıl etkiler?
Benzer krizleri daha önce de yaşadık, Erdoğan’ın her açıklaması, ekonominin özerk işleyişe, Merkez Bankası’na her müdahalesi bir döviz fırtınasıyla sonuçlandı. Ancak, ne bu kadar büyüğü olmuş ne de Erdoğan piyasa kurallarını terk ettiğini bu netlikle açıklamıştı. Önceki krizlerde hem sermaye kesiminde hem sokakta hem yorumcularda bir tür geri dönüş umudu vardı.
Bu krizlerde iki anlayış karşı karşıya geldi.
“Zihinlerine rasyonel ekonomik kurallara göre yön verenler” ile “milliyetçi söyleme ve bu istikametteki okumalara, duygulara kulak verenler”…
İlk grup, iktidarın ülkeyi, özellikle ekonomiyi kötü yönettiğini, serbest piyasa ilkelerinden saptığını, hatta onlarla kavga ettiğini düşünenlerden oluşuyor, ikinci grup ise iktidarı açıklamaları istikametinde ekonomik krizlerin Türkiye”yi sıkıştırmak için dış kaynaklarca üretildiğine inananlardan meydana geliyordu. Üst akıl, döviz operasyonu yapan güçler, iktidarı devirmeye, milli egemenliği hedeflemeye yeminli dış düşmanlar gibi iktidar iddiaları, milliyetçi tahkimat siyasetinin en kolay ve ucuz yolu oldu ve bir kesimde kısmen tuttu.
Ancak bu kez iktidarın iddiası daha büyük. Yerli ve milli politikaların ekonomi ayağından, bağımsızlık, kurtuluş savaşından söz ediyor Erdoğan. Bugüne kadar anlattığı yeni Türkiye öyküsüne belki yeni bir unsur katıyor. Ancak katılan unsurların en irrasyoneli, en risklisi.
AK Parti’ye, Erdoğan’a sadık seçmen ve gözlemciler bakımından, bu yönleriyle bu son kriz gerçek bir sınav olabilir. Önümüzdeki 3-4 ayın ciddi kamuoyu araştırmalarını dikkatle takip etmek gerekir.
Kişisel olarak bireysel fayda ve milliyetçi tahkimat karşılaşmasının sanıldığından daha zorlu geçeceğini sanıyorum.
Bu arada, dün yaptığı açıklamayla Milli Güvenlik Kurulu’nun da devreye girdiğini hatırlatmak da fayda var. Şöyle diyordu kurul: “Türkiye'nin inşa ettiği sağlam alt yapı üzerinde, hedeflerine uygun şekilde yatırım, üretim, istihdam ve ihracat odaklı ekonomi politikalarını hayata geçirme sürecinde karşılaştığı ve karşılaşabileceği sınamalar ile tehditler değerlendirilmiştir. Cumhuriyetimizin 100'üncü yılına her alanda olduğu gibi iktisadı olarak da güçlü şekilde ulaşma kararlılığı teyit edilmiştir."
Muhafazakar-ulusalcı-devlet ittifakının yeni bir göstergesi ve muhtemel karşılaşmanın çapı ve aktörleriyle ilgili bir veri…
Sular ısınıyor.