Toplumlar değişir. Türkiye’de değişiyor. Belki toplumumuzun tarihsel belirleyenleri, seküler-dindar, Türk-Kürt, Sünni-Alevi fay hatları olduğu yerde duruyor. Ancak bu hatlarda, onların etrafında ve yanında, başka tür hareketlilikler, sosyalleşmeler ve siyasallaşmalar da yaşanıyor.
Nitekim kültürel kimliklerin toplumsal ilişkilere dair keskin belirme gücü düne oranla azalmış görünüyor. Kültürel kimlik referansı (Kürt kimliği dışında) bugün daha muğlak, kimlikler arası ilişkiler etkileşime daha açık ve her kimlik, bir iç değişime, kimlik içi bir sınıfsal, fikri, hatta kültürel bir ayrışma, bir heterojenleşme haline tabi…
Bu durumun ana hatlarına ve nedenlerine geçen yazıda değindik.
Peki ülkedeki toplumsal değişimin diğer unsurları neler?
İlk unsur, (yine Kürtler dışında) kimi farklı toplumsal kesimler arasında sisteme katılma, simge ve imkan bakımından yaşanan eşitlenme halidir. Bu aidiyet, çatışma enerjisinin boşalması, normalleşme bakımından önemli bir veridir.
Buna, kamu hizmetinde radikal bir seviye yükselmesini, Anadolu’yu da kuşatan ve çevre-imaj referansını değiştiren fiziki bir modernleşmeyi, bireyselliği teşvik eden, dünyayla zihni etkileşim kapılarını açan teknolojik bir zıplamayı, yüksek eğitimin yaygınlaşmasıyla ortaya çıkan eğitim burjuvazisi üzerinden sınıfsal bir hareketliliği, yani diğer unsurları eklediğimiz zaman, 25 yıl öncesinden farklı bir toplumda yaşadığımız kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Peki bunlara ne anlam vermek gerekir?
Bireysel özerklik, geleneğe oranla şahıslaşma, ilk akla gelen husus olacaktır.
Bu gelişmeye, şüphe yok. Ancak, bu husus, hiçbir şekilde, pozitivist beklentilerin umduğu istikamette, birey-kimlik zıtlığı, birinin diğerini eritmesi olarak düşünülmemelidir.
Gözlemler göstermektedir ki, tüm yeni gelişmeler mevcut toplumsal ve kültürel belleğin içine doğmuş ve onlarla ilişki kurmuşlardır. Bu girdiler; kültürel aidiyetler, ayrışmalar ve çatışmalar şemsiyesinin altında anlam kazanıyorlar.
Örneğin söz konusu değişim unsurları kültürel yarılmaların etkisini yitirmesine, ana belirleyen olarak yerini sosyo-ekonomik kırılmalara bırakmasına yol açmıyor.
Nitekim kültürel bir kimliğin esneme, değişme dozu ne olur olursa, o kimlik, hem korunan bir aidiyet hem bir siyasi fayda ögesi olarak tanımlanıyor ve siyasi davranışları etkilemeye devam ediyor.
Yaşanan; yeni girdilerle kişinin kimlik alanı dışına çıkması değil, onunla arasında yeni bir ilişki kurması, o kimliğin bunlardan hareketle yoğurulması, yeniden formatlanmasıdır.
Kimlik grupları, örneğin dindar kimlik, Kürt kimliği, laik kimlik içinde yaşanan heterojenleşme bu durumun bir göstergesidir.
Kaldı ki, bu ayrışma sadece kimlikler içinde değil, kimlikler yelpazesinde de karşımıza çıkıyor. Örneğin muhafazakar ve modern uçlar, milliyetçi-demokrat gibi zıtlıklar arasında, bugün yeni hatlar oluşmakta, eski tipolojiler, toplumu ve tabakalarını anlamak için düne oranla daha az anlam taşımaktadır.
Türkiye’deki siyasi davranışları anlamak için, bu tür faktörlerin ve onlar etrafındaki değişimin esas alınmasında büyük fayda var.
Bu yapılmadığı takdirde kamuoyu araştırmalardan çıkan kimi sonuçlar (örneğin AK Parti’nin ve Erdoğan’ın siyasi gücü) kimileri için açıklanması zor paradokslar oluşturabiliyorlar.
Değişen toplum meselesiyle ilgili altını çizmek istediğim bir unsur daha var. O da, kültürel kimliğin milli kimliğe doğru kayması, bunun nedenleri ve sonuçlarıdır. Önümüzdeki yazıda değineceğim bu konuya…
Not. Bu yazının dili ve üslubu yine kimi okurların eleştirisine yol açacaktır. Ama bazen, kimi konularda, dar bir köşe içinde, elden başka bir şey gelmez. Kavramlar da sosyal bilimin matematiğidir.