CHP bu konuda başı çekiyor. Aslında siyasi parti olarak CHP işin bir tür paravanı. Zira asıl tartışma liderlik, kişi, lider-kişi performansı üzerinden yürüyor. İç hareketlilik, siyaset, değişim bunlara indirgenmiş bulunuyor. “Değişim” ifadesi sokakta da, basında da, parti kadrolarında da, parti politikalarını ima etmekten çok uzakta. Değişime gerekçe kılınan seçim yenilgisi bile bir siyasi sorun değil, bir şahıs yenilgisi olarak algılanıyor, bunun dışında değerlendirilmiyor.
Bu, hazin bir durum.
Muhalefetin şikayet ettiği, demokrasinin zemin kaybının göstergelerinden birisi olarak kabul edilen, şahıs merkezli bir siyasetin (Erdoğan’a öykünme olsa gerek) git gide toplum-siyaset ilişkilerinin ve örgün-programatik siyasetin önüne geçtiğine işaret ediyor.
Kılıçdaroğlu 13 yıldır CHP genel başkanı. Uzun bir arayış sonunda, parti içi çatışmalar eşliğinde 2018’den itibaren CHP’nin stratejisini belli bir noktaya getirmişti. Bu strateji, CHP’yi esasen bir kimlik ve bir tepki partisi olmaktan çıkarmaktı. Kılıçdaroğlu yönetimi, bu istikamette, gerek siyasi söylemiyle, gerek ittifak hamleleriyle, gerek (İmamoğlu gibi belediye başkan adayı) tercihleriyle kültür savaşları karşıtı bir yol izledi, CHP’nin kapısını muhafazakar kesime de açmaya çalıştı. Seçimlere doğru, muhalefetin birleşik bir yapı olmasını, CHP’nin amiral gemisi haline gelmesini sağlayan bu anlayıştı. Kaldı ki bu anlayış, son dönem CHP tarihinin kritik adımlarından birisiydi.
Şimdi, seçimlerden sonra, asıl tartışmanın ya da değişim önerilerinin bu strateji etrafında, bunun doğruluğu, eksikliği, yanlışlığı çerçevesinde gelişmesi gerekmez mi?
Veya şu sorular etrafında: CHP, 2023 yılı ve sonrası itibariyle nasıl bir gelecek ve toplum tahayyülüne sahip olmalıdır? CHP neyi ve kimleri temsil etmelidir? CHP topluma ne tür değişim, umut, model sunacaktır? CHP’nin devlet ve güç anlayışı nedir? Seçimlerin kaybı bu sorulara oranla nasıl yanıtlanır?
Seçim yenilgisi, dönem muhasebesi, değişim hedefi söz konusu olduğunda, mesele, bu soruların yanıtlarından oluşmaz mı?
Gelin görün ki, ne bu tür sorular ne diğerleri gündeme geliyor.
Aslında olan, CHP’nin kronik hastalığının alevlenmesinden başka bir şey değildir. CHP’de tek parti geleneğinden bugün uzanan bu kronik hastalık, siyaseti, diğer partilerle rekabete değil, parti içi iktidar mücadelesine dayandırır.
Bu siyasi anlayışta, rakip siyasi partiyi alt etme arayışından çok bir parti içerisindeki güç mücadelesi ön plana çıkar, hatta bugün olduğu gibi rakip siyasi partiyle yarışmaların sonuçları buna vesile edilir. Bu mücadeleler doğal olarak bir siyaset önerisi etrafında bir yenilenme önerisi etrafında yapılmazlar.
Bu durum ülke muhalefeti adına, siyasi kültürdeki sığlığın geldiği seviye bakımından gerçekten hazindir.
Ne Cumhuriyet Halk Partisi’nin ne Türk demokrasisinin buradan güçlenerek çıkması mümkündür.
”Sen git, ben geleyim” dalgası, bunun yapılma biçimi, şahıs merkezli siyasetin meşrulaşarak, yaygınlaşması ülke için tehdit olmayı sürdürüyor.