Mart seçim sonuçlarının yarattığı hareketlilik iktidar kadar muhalefet alanını da kaplamış durumda. Sorular şunlar: Muhalif alanda neler oluyor, olabilir? Bu alan kimlerden oluşuyor ve ayırtedici özelliği ne?
Yeni bir muhalif alan oluşumu
Türkiye’de hem siyasi yelpaze, hem siyasi muhalefet, son yılların siyasi ve anayasal gelişmelerinin baskısıyla ve ana çatışma eksenlerinde yaşanan kaymalarla, her geçen gün ivmesi yükselen yapısal bir değişiklik geçiriyor.
Nitekim Türkiye’de bugün muhalefet, artık dün olduğu gibi, sadece iktidar dışı ve karşıtı farklı siyasi aktörlerin kümelendiği bir siyasi katman olarak tanımlanamaz. Siyasi muhalefet, aynı zamanda, (hatta amorf bir küme olmaktan daha fazla), muhalif siyasi partiler arasındaki ortak paydalar etrafında oluşan, her bir siyasi aktörün tekil varlığını aşan ve kendi başına anlam taşıyan bir oluşumu, “siyasi bir alan oluşumunu” ifade etmektedir. CHP, İYİ Parti, SP, HDP ve diğer muhalif partiler, şu ya da bu noktada, şu ya da bu araçla, hep birlikte ve bireysel seçmen ittifaklarıyla bir blok oluşturmaktadır. Bu blok onu oluşturan parçalardan, yani her bir muhalif siyasi partinin tekil varlığından, en azından güç ve siyaset tarzı olarak daha farklı, belki de fazla anlam taşımaktadır.
Bu gelişmenin iki nedeni var.
İlki, hakim siyasi parti modelinin getirdiği tekelleşme ve keyfileşme, demokrasiye yönelik tahribat ve bunun artma riski, adalet duygusunun uğradığı örselenme, hemen tüm muhalif grupların temel siyasi arayışını, bu hakim siyasi yapıyı, yenmek, geriletmek, ikame etmek haline getirmiştir. Nitekim son yerel seçimlerde İYİ Parti, SP, HDP gibi birbirinden farklı, biriyle çelişen siyasi partilerin temel stratejileri bu istikamette şekillenmiş, bu durum doğrudan ve dolaylı ittifaklar, ortak hedefler üretmiştir.
İkincisi, yeni anayasal düzenin kutuplaşmayı teşvik eden düzenlemeleriyle ilgilidir. Yeni siyasi düzende belirleyici siyasi yarışma, yürütme gücünü elinde tutan, devletin diğer anayasal organlarıyla ilgili ciddi yetkilere sahip cumhurbaşkanlığına ilişkin iki turlu seçimleridir. Bu seçim sistemi, ilk turda en çok oy alan iki adayın ikinci turda yarışmasını veya çok güçlü bir aday karşısında birinci turda ortaya çıkacak ve siyasi güçleri iki cepheye ayıracak ittifaklar düzeni öngörmekte, tam anlamayla çoğunluk gücü ve fikri üzerine oturmaktadır.
23 Haziran seçimlerinin de gösterdiği gibi, bu iki unsur birlikte, gerek siyaset arenasını gerek toplum-siyaset ilişkilerini, “seçmen ittifaklarına” ve partiler düzeyinde “ittifaklar siyaseti”ne doğru itmektedir. Nitekim ülke son beş yıldır iktidardan muhalefet güçlerine siyasi ittifakların şekillendirdiği bir siyasi arena düzenine sahiptir.
Genişleyen alan, değişen yelpaze
Ayrıca muhalif alan, özellikle 2013-2014’ten yana hem toplumsal düzeyde hem siyasi partiler bakımından sürekli bir genişleme yaşıyor. Bu alanın siyasi hacmi son beş yıl içinde, toplam seçmen üzerinden yüzde 40’lardan yaklaşık yüzde 50’lere ilerlemiş bulunuyor ve bu artış yükselen bir ivmeye sahip.
Söz konusu genişleme, muhalif alanın iç niteliği ve siyasi yelpazenin yeni dokusuyla ilgili iki önemli noktaya işaret ediyor.
Öncelikle bu genişleme, Türkiye’de yüzde 60-40’larda seyreden sağ-sol ve kültürel kimlik eksenli temel bir siyasi ayrışmanın yanına, siyaset yapma tarzıyla ilgili yeni bir siyasi bölünme üzerinden yaşanmaktadır. Diğer bir ifadeyle, kültürel ayrışmanın yanına, “kimlik ve ideolojik eğilim bakımından kendi içinde heterojen dokulu” siyasi kutuplaşma eklenmekte ve muhalif alanı önemli ölçüde bu yeni girdi tanımlamaktadır. Bu durumun, siyasi normalleşme ipuçlarını barındırdığı söylenebilir.
Bu alana, CHP, İYİ Parti, HDP’ye, parlamentoda temsil edilmeyen diğer muhalif siyasi partilere, şimdi de Ali Babacan’ın kuracağı yeni muhafazakar-merkez siyasi partinin ekleneceği anlaşılıyor. Babacan’ın partisinden ayrılırken yaptığı açıklama, kuracağı partinin AK Parti’ye rakip ve alternatif olmak kadar, bu iddiasını çok muhalefet alanın muhafazakar büyük parçası olarak sürdüreceğini gösterdi. Kaldı ki, bu, gerek ittifaklar zorunlukları gerekse siyasi duruş bakımından kaçınılmaz durumdur.
Muhalif alanının yaşadığı büyümenin ekonomik krize, istikrar arayışına, kutuplar karşısında merkezin yeniden oluşması talebine dayalı birçok farklı nedeni bulunuyor. Ancak asıl önemlisi, bu tablonun, hem niteliksel olarak Türkiye’nin kabarmakta olan ve her geçen büyüme eğilimi gösteren yeni sosyolojik dalgasına işaret etmesi, hem niceliksel olarak iktidar sahasından kopan ve bundan sonra da kopacak parçalarla kritik eşiği geçmek üzere olduğunu göstermesidir.
Diğer yandan muhalif alan genişleme eğilimi gösterdiği oranda, daha heterojen ya da çok parçalı hale geliyor. Diğer bir ifadeyle siyaset arayışları ve siyasi iktidara itirazlar arttıkça, yeni kurulan siyasi partilerin, sahaya inen aktörlerin sayısı arttıkça bu nitelik yoğunlaşıyor. Aynı alanda, örneğin, İYİ Parti ile HDP, biri yüzde 7 diğeri yüzde 11 seçmen gücüne sahip ve siyasi tutum bakımından tam uzlaşmaz görünen iki siyasi parti buluyor.
Yeni söylem ve siyaset imkanları
İlk bakışta parçalı ve karşıt kutuplardan oluşan bu yapı, muhalif alanın organize olması, bütünleşmesi açısından, şüphe yok ki, kimi sorunlar içeriyor. Ancak pratik gösteriyor ki, bunun yanında, aynı yapı, siyasi partiler arasındaki ilişkilere yeni girdiler sağlıyor, (Türk siyasetinin temel eksiği olan) müzakere, pazarlık, uzlaşma gibi imkanlar da sunuyor. Nitekim CHP-İYİ Parti-HDP arasındaki ilişkilerde olduğu gibi yakınlaşmalar dolaylı oluşabiliyor, antagonist aktörler dolaylı yollardan aynı adayda buluşabiliyor. Bunu destekleyen, tıkandığı anlarda önünü açan, siyasi partilerden bağımsız davranmalarını sağlayan bir diğer önemli unsur da (Türkiye için yeni bir siyasi girdi sayılabilecek) sandık başı, bireysel seçmen ittifaklarıdır. Nitekim 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinin bu bakımdan hem bir örnek hem siyasi partilerin hareket imkanlarına işaret eden bir model oluşturmaktadır.
Muhalefet alanında oluşan örgütlü ya da kendiliğinden bu ittifakların, ortak seçmen hassasiyetlerini besleyerek, farklı muhalif siyasi partiler arasında köprü oluşturduğu da söylenebilir. Örneğin İmamoğlu’nun “ortak alanları, değerleri, çatışma yerine uzlaşma arayışını” öne çıkaran söylemiyle kendi siyasi partisinin bir adım önüne geçmesi, partiler ötesi bir ortak seçmen hassasiyetini harekete geçirmiş, siyasi partileri, örneğin CHP’yi bu dile davet eden bir çerçeve oluşturmuştur. Ali Babacan’ın kuracağı yeni siyasi parti de, siyasi pozisyon merkezli olmaktan çok, kuvvetli sorun çözüm projelerine dayalı, baskın liderlik yerine kolektif yönetimi öneren muhtemel siyaset tarzıyla böyle bir işlevi yerine getirebilir.
Tüm gelişmeler ve ihtimaller, açıktır ki, muhalif alanın kuşatıcı bir siyaset üretim zemini olmasına işaret ederler.
Bunlar yanında muhalif alandaki siyasi partilerin aralarındaki ilişkiler ve yarışmalar kendi başına son derece önemlidir. 1970’lerden bu yana ilk kez bu denli kuvvetli çıkış yakalayan CHP, yüzde 10’luk seçmen kitlesi ve siyasi yapısıyla HDP, Babacan ve Davutoğlu’nun kuracağı muhafazakar-liberal siyasi partiler taşıyıcı bir rol oynayacakları muhakkaktır.
CHP-HDP ilişkileri farklı bir biçim kazabilir mi? Yeni siyasi partiler, İmamoğlu söylemi, CHP arasındaki ilişkiler nasıl bir denklem oluşturur? Kim, ne, nasıl öne çıkar.
Önümüzdeki dönem yanıt bekleyecek sorular bunlardır.
İşin bu boyutunun başka yazılarda ele almak üzere...