Birkaç gün önce, 29 Mart tarihinde, Avustralya abc televizyonunun haber bülteninde Türkiye’den bahsediliyordu.
Konu, Kovid-19 ve yayılma hızıydı.
Büyük bir veri ekranın başında, sunucu, ABD ve İtalya’dan söz ettikten sonra, ülke sıralamasında aşağılara iniyor, Türkiye’nin üzerine geliyordu. Türkiye’nin 9.127 vakayla diğer ülkelere nazaran Kovid-19’dan çok daha az etkilendiğini söyledikten sonra, “ama önemli olan bu ülkenin bu noktaya gelme hızı” diyor, bu konuda dünyadaki tüm ülkelerin önünde olduğunu belirtiyordu.
Ardından ekrana salgının tüm ülkelerde aynı gün başladığını varsayan bir tabloyu getiriyor, yükselme eğrisinde en dik gidişatın Türkiye’de olduğunu gösteriyor, “bu ülke için durum çok endişe verici” diyerek tamamlıyordu sözlerini.
Bu tür bir tespiti, dünyanın öte tarafından, Avusturalya’dan duymak, hala ne denli kapalı bir toplum olduğumuzu gösteriyor.
Kimi Bilim Kurulu üyeleri, kimi uzmanlar, Tabipler Odası benzer konularda ses veriyorlar, ama, bu ses ya cılız çıkıyor ya cılız hale getiriliyor. Zira hakim basın siyasi iktidarı, politikalarını övme “gazeteciliği”ni her zamankinden çok yapıyor.
“Durumun çok endişe verici olduğu bu ülkede” Cumhurbaşkanı televizyonlara çıkıp hala kendi döneminde yapılan sağlık alt yapı yatırımları sayesinde bu salgına hazırlıklı yakalandıklarını söyleyebiliyor.
Ülkedeki günlük hasta artış hızı, yüzde 30 ila yüzde 50 arasında seyrediyor, aynı cumhurbaşkanı büyüme oranlarına kötü yansıyacağından, iktidarın karnesinin olumsuz etkileyeceğinden endişe ediyor olsa gerek, hala sokağa çıkma yasağı uygulamasına geçemiyor.
Zora düşen vatandaşına yardım eden, para veren, işsizlik fonunu harekete geçiren ülkelere nazire yaparcasına, endişe verici durumdaki ülkenin yöneticisi bir yandan vatandaştan para toplama yoluna giderken, öte yandan aynı günlerde milyar dolarlık Kanal İstanbul ihalesini düzenleyebiliyor.
Bu da yetmiyor, yardım toplama işini “milli birlik ve beraberlik” iddiasıyla bir siyasi kampanyaya çeviriyor. Nitekim, siyasi iktidarın milli birlikten ne anladığı, İçişleri Bakanlığı belediyelerin, özellikle CHP’li ve muhalif belediyelerin yardım toplamasını men etmesi, el koymasıyla ortaya çıkıyor.
BM insanlığın yaşadığı ortak felaket karşısında siyasi gerginliklerin, çatışmaların askıya alınması çağrısında bulunuyor, Af Örgütü hapishanelerde yaşanabilecek muhtemel salgın felaketine dikkat çekip tedbir istiyor. Türkiye ise, AK Parti-MHP yönetiminde, hazırladığı infaz yasasıyla Osman Kavala, Ahmet Altan, Selahattin Demirtaş gibi “keyfi ve siyasi tutukluları”, düşüncelerinden dolayı suçlananları hapishanede tutmak için adeta özel bir çaba harcıyor.
Bu, ne beter bir zihniyettir.
Bu, ne utanç verici bir durumdur.