Daha önce de yazmıştım, üç otoriter daireyi…
İsrail vahşeti, Ortadoğu ateşi üzerinden tekrarlamakta yarar var
“İlk daire”de Çin, Rusya, İran, Kazakistan, Kırgızistan ve benzerleri bulunuyor.
Küçük farklarla aynı siyasi modelin tezahürleri bunlar. Model, disiplinli-suskun-itaatkar toplum, merkezci, denetleyici, baskıcı siyaset, güç peşinde koşan sert devlet üzerine oturuyor. Ayırıcı diğer bir özellikleri kimlikçi olmaları. Milli kimlik, milliyetçilik, özellikle Batı’ya mesafe asli taşıyıcıları. Bu taşıyıcı aynı zamanda toplum-siyaset-devlet arasındaki ana bağ. Velhasıl toplumsal desteğe sahip demokrasi dışı otoriter rejimler bunlar.
“İkinci daire”de, artık ezberlediğimiz popülist düzenlerin çeşitli formatları bulunuyor.
Bunlar demokrasinin sınırında dolaşan, seçimli otoriter sistemlerden oluşuyor. Ortak özellikleri çoğunlukçu bir işleyişe, lider etrafında şahsileşmiş ve otoriter bir dokuya sahip olmaları. Kimi Latin Amerika ülkeleri bunlar arasında. Avrupa Birliği’nde Macaristan’ın Orban’ı, Erdoğancılık da bunun örneklerini oluşturuyor (Türkiye aslında birinci ve ikinci daire arasında dolaşmıyor da değil.) Genellikle Batı’nın çeperinde yer alıyor, ama Batı demokrasisinden sapma yaşıyorlar, hatta zaman zaman sapmanın da ötesinde, demokrasi kavramını ve kurumunu da karşılarına alıyor, evrensel değerlerle çatışan kendisine has bir demokrasiyi savunuyorlar.
“Son daire” Batı'nın bizzat kendisinden oluşuyor.
ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda ve diğerleri garip bir dönüşüm içindeler. Zihniyet bakımından geri dönüş ataklarıyla zamanda bir seyahat yaşıyorlar. Tarihsel olarak, sanayi devrimi sonrası bu ülkelerde filizlenen insan hakları, özgürlük, hak, sivil toplum, birey, bireysellik gibi temel ilkeler kime ait oldukları bakımından garip yırtılma yaşıyor, daha doğrusu evrensel olma niteliklerini kaybediyor. Tam vatandaşlık – eksik vatandaşlık, biz-öteki ayrımına dayalı bir ait olma tanımı, özgürlüğü hak etme hali oluşuyor. Haklar, özgürlükler, adalet git gide tam vatandaş için, biz için geçerli mekanizmalar haline geliyor. Öteki söz konusu olduğunda tedbir, güvensizlik, dışlama temel refleks. Sömürgecilik dönemi siyahilere insan dışı bıkış, antropolojinin ilk zamanlarında toplumları, insanlık, yani kültür düzeylerini, Batı’ya ne denli yakın olup olmadıklarına göre sınıflayan, medeniler-ilkeller ayrımı dayanan bir bakış, şu ya da bu şekilde, AİMH gibi istisna kurumlar veya istisna durumlar dışında Batı siyasasını ve genel toplumsal eğilimini kuşatmış durumda.
Milli devlet vurgusunun son derece arttığı, çok kültürlülük fikrinin bir tür çöpe atıldığı, kültür savaşlarının galebe çaldığı başladığı bir Batı bu.
Göçmenler karşısındaki tutumları, kendi Müslüman vatandaşlarına davranışları, İslamofobik eğilimleri malum.
İsrail’in Filistinlilere bakışı, Batı ülkelerinin İsrail’e verdikleri desteğin ima ettiği ilkel-medeni ayrımı bunun örnekleri arasında ve uç noktayı oluşturuyor.
Bir tür bir dünya savaşı yaşıyoruz…
Bunun göstergeleri sert siyasal karşılaşmalar, radikal meydan okumalar, öteki olana insan dışı muamelenin meşrulaştığı, siyasal, ideolojik, kültürel, dinsel alan kontrolü ve çatışmaların her yerde boy gösterdiği, devletlerin toplumlar karşısında, kaba gücün uzlaşma karşısında galebe çaldığı bir dünya bu.
Ortadoğu’nun silah ve ölümle altüst oluşu yüzümüze bunu vuruyor.