Şehir Üniversitesi'nin hikayesi hem hazin, hem anlamlıdır.
Hazindir, çünkü ülkenin büyük gayretlerle oluşturulmuş en iyi üniversitelerinden birisi iktidarın siyasi ihtirasına kurban edilmektir.
Anlamlıdır, çünkü dönüşmek ve Türkiye’yi dönüştürmek iddiasıyla iktidara gelen, bir siyasi hareketin, ulaştığı son noktayı, teslim olduğu siyaset tarzını en iyi resmeden örneklerdendir.
Hikaye malum.
Ahmet Davutoğlu, Murat Ülker, Mustafa Özel gibi isimler, 1986’da Bilim ve Sanat vakfını kurarlar. Vakıf ise 2008’de Şehir Üniversitesini kuracaktır. Üniversite liyakat esasına göre, kaliteli öğretim üyelerini bünyesinde toplar, mükemmel bir kütüphane ve kampüs oluşturur, çağdaş ve etkin bir akademik organizasyona girişir. Muhafazakar kesimin ilk, büyük çaplı kaliteli, iddialı ve üniversite hamlesidir bu.
Gezi olaylarından, Aralık 2013 yolsuzluk iddialarının baş göstermesinden sonra AK Parti’de zımni bir ayrışma meydana gelir, bir yaprak dökümü ve keyfilik-otoriterlik istikametinde bir nitelik değişimi başlar. Şehir Üniversitesini kuran zihniyet ve kişiler bu yapraklar arasındadır. Davutoğlu içerideki son parçadır. 2016’da o da kopar.
Ve üniversite siyasi iktidarı rahatsız eden bir yer haline gelir ve bir hedefe dönüşür.
Davutoğlu siyasi adımlarını hızlandırdıkça hedefe yönelme kuvveden fiile geçer.
Ömer Dinçer’ kulak verelim:
“Cumhurbaşkanı Erdoğan bir Bosna-Hersek ziyaretindeyken (2018), Erasmus veya birtakım ziyaretler nedeniyle ülkede İstanbul Şehir Üniversitesi öğrencileri vardı. Öğrenciler ona muhabbetlerini göstermek için oteline gittiler. Ama Erdoğan öğrencilerin İstanbul Şehir Üniversitesi öğrencileri olduğunu öğrenince soğuk bir mesafe koydu ve açıkça ‘Üniversiteye kayyım atayacağız’ dedi. Bir cumhurbaşkanının ortada bir şey yokken bunu söylemesi ne anlama geliyor?”
Sonra?
Yıldıray Oğur’dan okuyalım:
“Ekonomik kriz yüzünden inşaat firmalarına, spor kulüplerine borçlarında taksitlendirme, düşük faizli krediler sağlayan bir kamu bankası, 1000’i yabancı, 7000’den fazla öğrencisi olan ve 780 akademisyenin çalıştığı, kontenjanlarının tamamına yakını doldurmuş bir üniversiteye zorluk çıkarmaya karar vermişti. Kredinin taksitlendirilmesi için bankanın üst düzey yetkilileriyle, Şehir Üniversitesi yöneticileri arasında anlaşmaya varılmasından bir gün sonra, yine bir el devreye girdi ve banka, İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesi’ne başvurarak üniversitenin diğer bankalardaki tüm hesaplarına da ihtiyati haciz kararı çıkardı. Böylece üniversite, biri, mevcut parasını kullanamayacak, çalışanlarına maaş veremeyecek hale getirildi.”
Ardından devreye YÖK girdi. Şehir Üniversitesi’ni Marmara Üniversitesi’ne devretti.
Ne var ki, mevzuata göre bu devrin süresi 2 yıldı. Üniversite önümüzdeki yıl Bilim ve Sanat Vakfına geri verilecekti. İktidar bunu engellemek için YÖK vesilesiyle üniversiteyi kapama yoluna da gidemezdi. Zira yine mevzuata göre bu yetki kurucu vakfa aitti.
Birkaç gün önce, bir gece yarısı kanunuyla bu hüküm değişti. Şehir Üniversitesini tarif eden bir durum tanımıyla, belli koşullarda kapatma yetkisi vakıf mütevelli heyetlerinden alındı ve YÖK’e verildi.
Muhtemelen yakında perde tümüyle kapacaktır.
Şu kural hiç değişmiyor:
Her yerde ve her devirde iktidarı bir “varlık ve yokluk meselesi” gibi algılama ve ölümcül bir iktidar güdüsü ile otoriterleşme ve keyfileşmeyle paralel gider.
İdeoloji ve kimlik gibi unsurlar yerini şahsi algı ve siyasete bırakır.
Şehir Üniversitesi’nin öyküsü AK Parti bakımından bunu anlatmaktadır.
Muhafazakar kesimin çıta atlamasını sağlayacak, donanımlı elit açığını kapacak, bilgi ve dünyayla entegrasyonunu derinleştirecek ve iç dönüşümüne araç olabilecek bir yapı, muhafazakar bir el tarafından kendi iktidarı için tehlike görüldüğü ima edilmektedir.