İmam Hatiplilerle ilgili uygunsuz sözler söylediği için bir şarkıcı tutuklandı. Bir başka zamanda bu kez başkaları cumhuriyet değerleriyle ilgili uygunsuz sözler söyledikleri için takibata uğrardı. Dozlar, elbet, farklılaşıyor.
Cumhurbaşkanına hakaretten binlerce ceza vermek, konser yasaklamak, şarkıcı tutuklamak…
AK Parti evresi cumhuriyet tarihinin, darbeler dışında, en yasakçı, en tahammülsüz dönemini temsil ediyor.
Bununla birlikte esas hep aynı.
İktidarlar el değiştiriyor, kimlikçi, yasakçı mantık aynı kalıyor.
Zira, yasakçı anlayış toplumsal bir referansa sahip.
Bu referans zihniyet meselesidir, zihniyet şemsiyesidir. Zihniyet, altında pek çok farklı toplumsal yapının, siyasal eğilimin yaşadığı bir çatıdır.
Türkiye'de hakim siyaset algısındaki “kök anlayış” ya da zihniyet kimlik ve mensubiyet üzerine kuruludur. Kimi dönem bundan uzaklaşmaya çalışırız, kimi dönem yakınlaşırız, ama hep etrafında dolaşırız.
Bu tablo bu diyarın tarihsel belirleyenlerinden birisine gönderme yapar. Bu belirleyen ise çok parçalı, topluluklar hiyerarşisinden oluşan nevi şahsına münhasır bir toplum düzenidir.
Bu gerçek, zihinlerde, hayatı milletler ve kültürler arası gerilim olarak tanımlayan ve süreli bir seferberlik hali olarak “devlet-siyaset-toplum-insan” özdeşliği kurar.
Diğer bir ifadeyle mensubiyet duygusuna yapılan aşırı vurgu, bütün ataerkil düzenlerde olduğu gibi burada da, “içine kapalı doğal düzen” algısını her aktörün içine doğduğu doğal bir değer kılar.
İçe kapalılık ise doğal olarak kuvvetli bir öteki mefhumunu besler ve kimlik tanımında “öteki” fikrini hatırı sayılır bir şekilde araçlaştırır.
Bu zihniyette “sabit ve en güçlü öteki din, kimlik, gelenek” olarak Batı'dır.
Batı algısı bu anlayışta birbirini besleyen iki temel unsur, hem “din-mensubiyet ilişkisi” hem “kimlik-tarih ilişkisi” açısından kilit bir rol oynar.
Bir yandan Batı'nın etkisi ve kimliği karşısında farklılığı, güç arayışını vurgulayan “ötekileşme” eğilimini besler. Diğer yandan son 100-150 yılın deneyimlerinden hareketle Batı'yı kendi kimlik ve bütünlüğüne yönelik bir tehdit olarak algılayan, reflekslerini bu tehlikeyi bertaraf etmek üzerine kuran “tarihi belleğin” arka planını oluşturur.
Verili belleği bu çerçevede, yüceltilmiş ve yüceltilen geçmişle yoğun bağlantı içinde inşa edilen bir değer, kimlik, hatta kişilik tasavvuru olarak tanımlamak mümkündür.
Nitekim milli ve yerel ortak deneyim öğeleri ve dini verilerle örülmüş mensubiyet duygusunda, geçmiş tasavvuru ve “geçmişin ütopya kılınması”, geçmiş üzerinden güç ve büyüklük algısı, bu zihniyetteki “kimlik ve kişilik refleksleri”nin en önemli unsurları olarak karşımıza çıkmaktadır.
Geçmişin ütopya kılınması bir yönüyle bugüne, hatta geleceğe yönelik beklenti ve tasavvurların tarihi referanslar, semboller ve öykünmelerden hareketle oluşturulmasını ifade eder.
Diğer yönüyle, fiili eylem planlarında, bu planların alt yapısını oluşturan “anlama ve açıklama” faaliyetlerinde ve bunlara yönelik zihinsel alıştırmalarda düşünce haritası işlevini görür.
Gerçekten de, geçmiş zaman mitosu ataerkil düşünce ve varoluş biçiminin en önemli meşruiyet kaynağını oluşturur.
İnsan bu diyarda, bu verili zihniyet yapısında geçmiş ile bugün arasında bağ kuran, tarihsel sürekliliği temsil ettiğine inanan, sorumluluk duygusunu bu çerçevede inşa eden “düşünce kodları silsilesi”yle şekillenir.
Bu silsilede yargılar, algılar ve tanımlar, insanlar için “somut ve güncel deneyimler dışında kalan” tarihsel bagajlar, aktarılmış ve aklanmış sözlü – simgesel – yazılı bellek üzerinden oluşmaktadır.
Bu işleyiş, kişinin zihin donanımı ve bilgi dağarcığında geçmiş zaman ile şimdiki zaman arasındaki mesafeyi asgariye indirme işlevi görerek, aynı zamanda söz konusu düşünce kodlarını da koruma altına alır.
Toplumsal alanın ana düzenleyicisi işte bu kapalı dairedir..
Tahammülsüzlük üreten de işte o kapalı dairedir.
Ak Parti yasakların faili, ama herkes biraz parçası…