Kimi zihniyetler benzeştirerek anlar ve yol alır, kimileri ise ayrıştırarak…
Bu önemli bir meseledir. Zira çağdaş ve katılımcı demokrasinin kurucu asgari koşullarından belki de en önemlisi ayrışma fikridir.
Ayrışma fikri, siyasetin, iktidarın, hukukun, bilginin, hem devlet katında hem toplumsal katmanlarda birbirinden özerk olabildiği duruma işaret eder.
Bu üçlü arasında etkileşim kadar bir mesafenin de olması, zihniyet kalıpları ve etik kuralların bu ayrışma fikrine dayanması, ayrışmayı koruma altına alması, hatta ilke kılması, çoğulcu ve katılımcı çağdaş demokrasinin temel koşulundandır.
Bu koşullar şu üç basit, ancak yaşamsal ilkeye gönderme yapar: Özgürlük, eşitlik ve özerklik (düşüncenin siyasal ve eylem karşısında özerk kalabilme imkânı).
Özerklik yerine kapsayıcı otorite fikrini, özgürlüğe karşılık itaat kavramını, eşitliğe karşı hiyerarşiyi koyduğunuz zaman ise ulaşacağınız düzen baskıcı ve sıkça otoriter nitelikli olur. Aslında bu kavramlara yol veren ve ayrıştırma mantığının temelini oluşturan, hayatın her alanını kapsayan belirleyici üç hal, ana belirleyici kavramlar “meşruiyet”, “görecelilik” ve “içe bakış”tır... Toplumsal, ahlaki, siyasi meşruiyet...
Zamana, mekana, insana, kültüre oranla görecelilik...
Toplum ve kişilerin kendilerini sorgulama alışkanlığı...
Onlar, sizi, toplumsal, siyasal ve kültürel alanda mutlak olandan uzak tutarlar, içeriden, zamana, mekana, ‘öteki’ye endeksli bir bakışa zorlarlar.
Bu kendiliğinden bir mekanizmadır, zihniyet merkezli emniyet sübabıdır. Nitekim ortak akıl, kolektif akıl, deneyimden gelen bilgelik denilen şey, geçmişten, töreden, vicdandan gelmez, böyle bir sistematik içinde ürer…
Aksi halde öfkenin, duygunun, tekil düşüncenin, tek bir vicdanın, farklılıkları tek kutuya sıkıştıran benzeştirme çabasının girdabına düşülür.
Sanki bir kez daha bu girdabın tam ortasındayız…
Özgürlüğe, özerkliğe, eşitliğe bakışta iktidar ve muhalefet arasındaki bu aynılaşma ne vahim…
Ve bu derin zihniyeti aktif hale geçiren hep aynı kapan…
Yine Kürt meselesiyle, milliyetçilikle, kimlikçilikle, Osman Kavala’yla beslenen, korku ve endişeyle kuşatılmış, kendi kendisine güç ve üstünlük türküleri söyleyen cemaatçi milliyetçilik kapanı…
Osman Kavala, 1000 gündür hapiste yatıyor. Bir hücrede tek başına. Hiç bir suçu yokken, sadece rejimin şeytanı ilan edildiği için. Rejimin böyle bir suç ve suçlu üretmeye ihtiyacı olduğu için. İnsan özgürlüğünü gasp ederek yapılan bu sözde savunma surları hiç bir anlam ifade etmiyorlar.
Bir Kurban bayramındayız...