Cumhuriyetin yüzüncü yılı kutladık. Bugüne, geldiğimiz noktaya referansla kutladık. Belki olması gereken bu. Ancak, geçmişi anmadan, geçmişten siyaseten çıkarılmaması dersleri düşünmeden yapılan yeterli olmuyor. Başbakan Erdoğan da Kılıçdaroğlu’’yla yaptığı önemli geçmiş tartışmasını sürdürüyor.
2012 yılıydı, Erdoğan ile Kılıçdaroğlu’nun geçmişle ilgili sayısız polemiklerinden birinde, başbakan ana muhalefet liderine “karanlık geçmişinizle gurur duyabilirsiniz, bir şey diyemeyiz…” demişti.
Haklıydı, karanlık sayfası pek çoktur, geçmişin.
Ama o geçmiş hepimizindir. Hepimiz için yüzleşecek olaylarla doludur.
CHP döneminde camiler kapatıldı, ahır yapıldı…
Ama aynı dönemde camilerin başına gelenler kiliselerin başına fazlasıyla gelmedi mi?
O günlerde dindarlar zulüm görürken, gayri müslimler, Kürtler, solcular zulüm görmedi mi?
Üstelik bu zulüm sadece bir zihniyetten, İttihat Terakki ve CHP’den değil, aynı zamanda toplumdan, kendisine Müslüman diyenlerden gelmedi mi?
Değil mi ki, Mustafa Kemal’in “utanç verici” olarak tanımladığı, Halide Edip’e, Dr. Bahattin Şakir için “katil” dedirten hadiseler bu topraklar da yaşandı…
Öldürülenler hâlâ bu topraklardalar…
Unutmamak gerek:
Bir acının bizim olmaması onu ortadan kaldırmaz…
Hiçbir gerekçe, bu acıya ilişkin toplumsal ve siyasal sorumlulukları da yok etmez…
Acı ve zulmün kimliği, kimlikçiliği milliyeti, milliyetçiliği olmaz, acılar tokuşturulmaz, birbirini götürmez…
Birbirine bağlıdır onlar…
Nitekim bu ülkede cumhuriyete dair “üç mesele” ve “üç eksen” cumhuriyet tarihini, dünü bugüne bağlayan “resmi politika köprüsü”nü özetlemeye yeter...
İlk mesele “cumhuriyetin din politikaları”dır.
İkinci mesele “cumhuriyetin azınlık politikaları”dır.
Üçüncü mesele “cumhuriyetin Kürt politikaları”dır.
Bu meselelerden birincisi “nevi şahsına münhasır bir laiklik hali”ni ve ona bağlı bir “çatışma ekseni”ni üretmiştir.
İkinci ve üçüncü meselenin ürettiği “Türk tarzı bir milliyetçilik hali” ve çatışma eksenidir.
Üçüncü eksen üç meseleyi de kapsar: Otoriter devlet anlayışı ile bunun alt yapısını oluşturan askeri vesayet modeli...
Bugünü anlamak, yarını kurmak, hak, adalet ve demokrasi arayışı, hemen hepsi bu meselelerin ve bu eksenlerin kilometre taşlarını bilmeyi, açığa çıkarmayı, şeffaflaştırmayı gerektirir.
Bu, sistemden zihniyete kadar uzanan demokratikleşme için olmazsa olmaz bir unsurdur...
Bu konuda bir ileri bir geri adımlar atıyoruz, nispeten doğru istikamete ilerliyoruz...
Bellek çalışmaları, hak ve itibar iadeleri, kara lekelerin silinmesi başta olmak üzere bu istikamette alınacak uzun bir yol var.
İstiklâl Mahkemesi kararıyla, Şapka Kanunu’na, daha kanun çıkmadan önce yazdığı bir yazısından ötürü muhalefet ettiği gerekçesiyle idam edilen İskilipli Atıf Hoca meselesi bunlardan birisidir, örneğin...
33 Kurşun Olayı, Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın sorgusuz sualsiz kurşuna dizdirdiği 33 Kürt’’ün hikâyesi de bunların arasında yer alır...
Binlerce gayrimüslimin malını haraç mezat satmasına, sermayenin Türkleşmesine yol açan 1934 Trakya olayları, 1942 Varlık Vergisi de öyle...
Bunlar “resmi tarih ve düzen”in hem “kurucu anları” hem “utanç dosyaları”dır...
Yine de olumlu ve umutlu olmak gerek.
Küçük adımlarla, siyasi savaşlar üzerinden üstü kapalı geçmişle yüzleşme alıştırması yaparken, bir gün, bir de bakarız, büyük yol almışız…
O gün cumhuriyeti dana gururlu kutlarız…