MHP lideri Devlet Bahçeli “ilginç” çıkışlarından birisini daha yaptı.
İki gün önce, FETÖ davasından hapiste bulunan Mümtaz’er Türköne’yle ilgili olarak, “bir haksızlık varsa, acilen düzeltilmelidir. Dava, tekraren ve titizlikle değerlendirilmelidir” diyordu.
Elbette öyle yapılmalıdır.
Türköne, 16 Temmuz darbe girişimi sonrası, keyfi iddialarla, sudan sebeblerle, bir dönem cemaat-iktidar çatışmasında iktidarın karşısında tutum aldığı için cezalandırılan bir isim.
Ancak tek başına değil, Türköne.
Onun durumunda onlarca insan var.
Eğer, bir haksızlık varsa, onların durumu da acilen düzeltilmeli, davaları terar ele alınmalıdır.
Sorumlu bir siyasetçinin söylemesi gereken budur
Ancak Bahçeli, doğrunun, ilkenin peşinde değil. Eski dava arkadaşına yardım etme, onu hapisten çıkarma derdinde.
Sorun işte burada başlıyor.
Nitekim, Bahçeli akıl yürütürken kanıttan suça, suçtan faile gitmiyor. Kimlikle suç arasında, birincisinden ikincine doğru bir ilişki kuruyor.
Türköne’yle, yargının yaptığı muamele, kanıt, iddianame bakımından benzer durumda bulunan Altan kardeşleri, Nazlı Ilıcak’ı, Osman Kavala’yı “sorunlu kişiler” ilan ediyor, dahası “masum gösterilmeye çalışıldıklarını” söyleyerek suçlu oldukları söylüyor ve onları Türköne’den ayırıyor.
Peki kriteri ne?
Suçlu ilan ettikleri siyasi ve ideolojik bakımndan farklı olduğu kişiler.
Suçsuz olduğu ya da kader mahkumu olduğunu düşündükleri ise kendi siyasi ekürisinden yetişen isimler. Nitekim, Türköne’nin eski bir ülkücü olması, dahası 40 yıl önce ağabeyi Mustafa Türköne’nin sağ sol çatışmalarında öldürülmesi ve Bahçeli nezdinde şehit sayılması kendi başına ve üst kriteri oluşturuyor.
Bahçeli’nin konuşmasında yaptığı adalet tanımını, Erol Güngör referansını, Türk devlet geleneği-adalet ilişkisi vurgusunu, siyasetname, layiha, risale hatırlatmalarını bir kalemde geçiniz.
Onun yaptığı ayrımın ve çağrının bunlarla ilgisi yoktur. Tersine tüm bunlar Bahçeli’nin siyasi hısımlık ve hasımlık anlaşıyına kurban edilmektedir.
Bu ilk kez olmuyor.
Türkiye’nin önemli bir siyasi partisinin genel başkanı olarak, bir sure önce, organize suç eyleminden mahkum bir kişiyi hapiste ziyaret etmiş, bunu ülküdaşlıkla açıklamıştı. Bununla da yetinmemiş, ona verdiğini sandığımız sözü tutmuş, COVİD-19 nedeniyle çıkarılan “kısmi af yasası”yla tahliye olmasını sağlamıştı.
1970’lerden buna yana Bahçeli’nin hiç değişmediği anlaşılıyor.
Dünyayı bizden olanlar ve olmayanlar, siyaseti ve devleti, bunlar arasındaki çatışmanın aracı olarak tasavvur etmeye devam ediyor.
Bu, bir yerde Bahçeli’nin sorunu denebilir.
Ancak başka yerde, tüm ülkenin sorunu olmaya başlıyor.
Her şeyden önce, bu tavır ve aldığı sonuçlar siyasi düzende keyfiliği inanılmaz bir seviyeye indiriyor. Kimliğe göre kanunu muamelenin ne olmasına gerektiğine siyasetçinin karar verdiği, yargının ise bunu uyguladığı bir düzeni, bu tür adımlarla iyiden iyiye meşrulaştırıyor ve yerleşik hale getiriyor. İnsanları siyasi görüşlerine göre tasnif ediyor.
Diğer taraftan Erdoğan cumhur ittifakına ve MHP’ye mecbur kalmaya devam ettikçe, kimi kritik hususlarda oyunun kuralını bu tasnife göre belirleyen o ve onun zihniyeti oluyor.
Devlet hukukun değil, ahde vefanın devleti haline geliyor.
Son bir söz: Türköne, bence de hemen tahliye edilmeli, davası gözden geçirilmeli ve aklanması sağlanmalıdır.
Ancak eski bir ülkücü olduğu için değil. Suçsuz bir vatandaş olduğu için. Aynı Altanlar, Ilıcak, Kavala’nın olduğu gibi…