Geçtiğimiz hafta üniversite sınavlarına giriş başvuruları başladı. Her yıl olduğu gibi bu yılda 2.5 milyon kişinin üniversite sınavına başvurması bekleniyor.
Ve bu 2.5 milyon kişinin büyük bir kısmı şu an kurslarda, okullarda 15-16 Haziran’da yapılacak sınavlara hazırlanıyor.
Amaç bir üniversiteyi kazanmak.
Okumak ve geleceklerini kurtarmak.
Gelecek üniversite okumak ile belki 30 yıl önce kurtarılıyordu. Üniversite sayısı az. Okuyan insan sayısı sınırlı. Üniversite mezunu olan herkesin bir işe kapı atıp maaşlı olması kolaydı.
Günümüzde 200’den fazla üniversite ve 8 milyona yakın öğrencinin bulunduğu ülkemizde artık bir üniversite kazanmak geleceği kurtarmak anlamına gelmiyor.
Bu yargının ülkemizde karşılığı kalmasa da durumun tabana yayılıp taban tarafından anlaşılması, kabullenilmesi geç olduğu için halen birçok kişi -özellikle merkezden uzak yerlerde- bu kanıyı taşıyor. Bunun için çocuğunu üniversiteye yerleştirip masa başı iş garantilemek istiyor.
Şu an işsizler ordusunun en tepesinde üniversite mezunu öğrenciler var. Buna rağmen iki buçuk milyon kişinin daha üniversite için ter dökmesi Barış Bıçakçı’nın tabiriyle “Bizim Büyük Çaresiliğimiz”.
Ülkemizde Üniversiteye giriş sınavları 1970’li yıllardan beri yapılageliyor. İsimleri değişse de sınavın niteliği ve amacı değişmedi.
O kadar zaman içinde sınavlara halen ihtiyaç var mı sorusuna kafa yorulduğunu ya görmedik, yorulsa da gerekçeleri kamuoyu ile paylaşılmadı.
MEB, YÖK ve ÖSYM’nin alanı dahilinde bir konu. Üç kurumda genç nüfusun geleceği konusunda etkin bir role sahip.
Ülkenin her yerinde üniversite var. Birçok üniversite kontenjanı boş kalıyor. Birçok bölümde okuyanın ülke ekonomisinde iş karşılığı yok. Üniversiteler öğrenci bulmakta zorlanır hale gelmişken tüm üniversiteler ve bölümler için merkezi sınav yapmanın bir anlamı var mı ?
Hatta ülkemizde bu kadar üniversite öğrencisine ihtiyaç var mı sorusunu önceliğe alalım.
Sayın Cumhurbaşkanımızın üniversitede okuyan öğrenci sayısında Almanya-Türkiye karşılaştırması özelde eğitim camiasına genelde ülke için dertlenen herkese başka bir konu tartışması oluşturdu.
Bizden fazla nüfusu olan Almanya 3 milyona yakın üniversite öğrencisi ile dünya ekonomisinin üçüncü büyük gücü. Ekonomiden aldığı güçle dünya siyasetinin de belirleyicisi ve Avrupa Birliği’nin lokomotifi.
Türkiye, Almanya’dan daha az nüfusa sahip olmasına olmasına rağmen 8 milyon üniversite öğrencisi ile küresel sermayenin vagonu. Ekonomik durumumuz malum. Siyasi arenada attığımız özgür adımlar sınırlı.
Tartışma konusu olup kafa yorulması gereken soru: ihtiyaç ve nitelik araştırması yapmadan herkesin üniversite mezunu olmasını sağlayan Türkiye’nin üniversite eğitimi politikası mı doğru yoksa üniversite okumaya kota uygulayan ve ülke ekonomisine uygun bir üniversite eğitimi politikası izleyen Almanya’nın eğitim politikası mı?
The Coca-Cola Company Başkanı ve CEO’luğunu yapan ve halen İcra Kurulu Başkanı olan Muhtar Kent daha önce ülkemizin genç nüfusunu doğru yönlendirmediğine dair bir yargı ve tavsiyede bulunmuştu : “Dünyada birçok ülkede üniversiteli genç işsizlerin sayısı artıyor. İsviçre’deki şirketlerin CEO’larının (Chief Executive Officer) yüzde 25’i üniversite mezunu değil. Söz konusu CEO’lar meslek okullarını bitirmiş, en fazla 2 yıllık meslek yüksek okullarına devam etmişler... Ailelerin meslek için ille de üniversiteye çocuklarını göndermeleri gerekmiyor.”
Ülkemizde köklü belli başlı üniversiteleri saymazsak diğer üniversitelerimiz öğrencilere olağanüstü nitelikler kazandırmıyor. Hatta birçok üniversite dört yıl boyunca konforlu bir tembellik ortamında öğrencileri bekletip diploma verme dışında bir meslek de kazandırmıyor. Fotokopi bilgiler, fotokopi sözler, fotokopi diplomalar ve “Sandviç dükkanı gibi açılan” lise düzeyinde ticari sektör haline gelmiş üniversiteler.
Ülke ekonomisinin gidişatı üzerinde çalışmalar yapılıyor. Nüfus artış hızımız ortada. ülkemiz kalifiyeli ara elaman sıkıntısı yaşıyor. Buna rağmen meslek eğitimine hazır dinamik genç nüfusu üniversite kapılarında bekleterek ya da ihtiyaca bakmadan üniversitelere boca ederek gençlerimizi daha fazla ofsayta atmamalıyız.
Geçen yıl LGS’de yapılan düzenleme, üniversite giriş sınavları için de hayli hayli yapılabilir.
Talebin fazla, akademik eğitimin yüksek olduğu bazı üniversite ve bölümler için üniversite giriş sınavı yapılabilir. 2.5 milyon kişiyi iki gün boyunca sınavlara tabi tutup bir üniversiteye yerleştirmenin geçerliliğinin kalmadığını herkesin yüksek sesle bağırması gerekir sanırım. Eğitim bürokratlarına doğru sesi duyurmak için.
Afrika edebiyatının önde gelen Zengibarlı yazarı Abdulrazak Gurnahi’nin “Sessizliğe Hayran” romanında söylediği: “ Üniversite için hissettiğimiz düş kırıklığına uğramış bir aşk olduğunu düşünüyoruz.” sözü bizim de düşüncemizin özeti.