Türkiye’de sesi gür çıkan bir aydın (!) kesim eğitim tarihimizi son asrın ikinci çeyreğinde başlatıp ondan öncesine kadar insanların mektep medrese görmediği fikrinde sabitler. Özellikle televizyon ekranlarında, MEB seminerlerinde ön planda tutulan bu kesim Cumhuriyet kılıcı ile bilenip birkaç ideolojik cümle paylaşarak kendine yenilikçi yaftası vermekten geri kalmıyor.
Dünyayı kendinden menkul bilen kendini bilmeden “ol”duğunu zanneden ve mikrofonu elinden düşürmeyip kah kişisel gelişimci kah eğitim bilimci kah akademisyen ünvanıyla bas bas cehaletin yüksek sesli sözcülüğünde başı çekiyor. Bir dünyaya kör olduğunu görmüyor aksine o dünyayı yok sayıyor.
Devletlerin ömrü ile uygarlıkların ömrü farklı şeylerdir. Devletlerin ömrü bir uygarlığın başı veya sonu değildir. Cumhuriyet tarihi siyasi yapılanmadır ancak Türk uygarlığının başlangıcı ya da en iyi dönemi veya tam tersi değildir. Aynı durum diğer kadim uygarlıklar içinde geçerli. Çin uygarlığını bugünkü sosyalist Çin devletiyle sınırlayabilir miyiz?
Amerika’da eğitim biliminde doktora yapan birçok akademisyen iki asırlık Amerikan eğitim tarihini bildiği kadar on beş asırdan öteye uzanan Türk eğitim tarihine vakıf değiller. Türk eğitim tarihi o zevata göre Köy Enstitülerinden ibaret. Varsa yoksa Köy Enstitüleri. Mevcut hataları Köy Enstitüleri üzerinden tamir edilebilir görüyor, Köy Enstitüleri üzerinden eğitim sorunlarımızın çoğuna çözüm üretiyorlar. Köye Enstitülerini de tek renk üzerinde okuyup anlamlandırma tuzağında olduklarını görmüyorlar.
Türkiye toplum yapısını, iklimini, coğrafyasını doğduğu ve okuduğu şehirlerden ibaret sanıyor.
Daha somut bir örnek vereyim. Özgür Polat devlet bursuyla gidip okuduğu Amerika’daki doktora tezi olan “Beni Ödülle Cezalandırma” kitabında tezini kanıtlama amacıyla verdiği örnekler Türkiye toplumundan ziyade Amerikan eğitim sistemi ve Amerikan toplum yapısıyla ilgili. Amerikan toplum yapısındaki zaafiyetleri Türk toplum yapısında da varmış gibi kabul edip Amerikan aile ikliminde büyüyen meyvenin ihtiyaçları, hataları, zaafiyetleri bizimle aynı değildir. Bu Türk toplum yapısında zaafiyetler hatalar yok anlamında değil.
Toplama bir topluluk olan Amerikan toplumunun motivasyonu ile toprağına, güneşine, ekmeğine, yurduna duygusal bağlılık gösteren Türk toplum yapısının motivasyonu aynı mı?
Ancak yazar Amerikan pateni alınca kitabı parlatılıp doğru veri diye MEB dahil birçok eğitim kurumunun referans ile pazarlandı, pazarlanıyor.
Bir ebeveyn ve MEB’de uzun yıllar kara tahtanın karşısında öğrenci ve öğretmen olan işinin ehli insanlar o kitabın bu topraklarda mahsul vermeyeceğini bilir. Amerikan toplumunu bağlayan tezler onlar, bizim pazarın tezgahında faklı ürünlere ihtiyaç vardır.
Tanzimat ile başlayan iki yüz yıllık eğitim tarihimiz boyunca ne zaman bir darboğaza girsek oturup sorunlara çözüm üretmek yerine ithal hazırcılığa soyunuruz. Yakın dönemde çözümü basit olan lise ve üniversitelere giriş sınavlarında dahi Uzakdoğu’dan İskandinav ülkelerine kadar birçok ülkenin eğitim modellerini örnek alma eyvahlığına düştük.
Eyvah halinin oluşan algısı; biz üretemiyoruz, çözüm üretme melekelerimiz yetersiz.
Elbette dışarıya kapalı bir toplum olmaktan bahsetmiyorum. İlim Çin’de dahi olsa alınız açıklığına sahip bir medeniyet birikimimiz var. Kendi birikimimizi dışardan aldıklarımız ile harmanlayıp bir sentez oluşturabiliriz. Bizim toplum yapımıza uygun bir sentezimiz olmalı.
Büyük medeniyetler temas ettikleri her toplumun kültüründen yararlanarak uygarlık tarihinde kalıcı olmuşlar: Roma, Osmanlı, Mısır, İran... Kadim medeniyetleri günümüze kadar taşıyan özellikleri kendi kimlikleri üzerinden dış kültürleri de alıp sentezleyerek daha doğru olanı yapmak, doğru olana ulaşmak arayışı olmuş. Kendini yok saymak veya dışa kapanma olmamıştır. Bu durum Selçuklular ve Osmanlı içinde geçerli. Misal Camilerimizdeki kubbe geleneğini Osmanlı, Bizans mimarisinden örnek almış. En kutsal mekan olan camiler, Hristiyan mimarisinden esinlenerek son halini almış. Bu durum camilerin kutsallığına helal getirir mi ?
Ancak maalesef eğitimin erkan yüzünde bir rengin hakim olduğu bir at başlılık hakim.
Yaklaşık on aydır uzaktan eğitim veriliyor. Uzaktan eğitimi devletin resmî kurumları dahi yabancı yazılımlar üzerinden veriyor.
Türkiye uzaktan eğitimin dayattığı mecbur hali lehine dönüştürüp hem ülkemiz için hem de son yıllarda ülkemizde eğitim talebi olan ülkeler için yerli yazılımlarını, arama motorlarını devreye koyup yaygınlaştırabilirdi. Yazılımda bir dünya markası oluşturabilirdik. Oysa biz ne yaptık? Malum mevcutları kullanıp çarkın sahibi olmak yerine çarkın dişlisi olmayı tercih ettik; üretme konusunda yetersiziz algısı ile zihinlerimizin dışa bağımlı olma ayarını pekiştirdik. Halen her gün yaklaşık on sekiz milyon öğrenci, bir milyon öğretmen ve sekiz milyon üniversiteli ile bu algıyı tekrarlıyoruz.
Savaş Ş. Barkçın “Medeniyet Aklı” eserinden:
“1967’de altı gün savaşlarında İsrail uçakları Mısır ordusuna görünmeden arkalarından dolaşıp onların yerdeki uçaklarını vurdu. İsrail genelkurmay başkanı Yavuz’un Mısır’da Memlüklere karşı uyguladığı taktiği uyguladık dedi. Peki Mısırlıların bu taktiği tahmin edebileceğini hiç düşünmediniz mi diye soranlara; hayır çünkü müslümanların kendi tarihlerini okumadığını biliyoruz.” diye cevap verir.”
Boğaziçi Üniversitesine yapılan atmayı ve kapısına vurulan kelepçeyi de bu alıntıdan yola çıkarak anlayabiliriz belki ...