Dün ziller on dokuz milyona yakın öğrenci bir milyona yakın öğretmen için çaldı.
Soğuk Türkiye ikliminde, öğrenci nefesleri okulları ısıttı. Tahta ve tahtanın süründe asılı duran portre ve İstiklal Marşı da öğrencilerin gelişine sevindi. Boş kalan okul bahçesi çocuk sesleriyle cıvıl cıvıllığına kavuştu.
Şair İlhan Geçer’in “İnsanla Güzel” şiirinde dediği gibi:
“Her şey insanla güzel,
Doğan güneşe karşı gerinen evler,
Mavi rüzgarların koştuğu sokak.
İnsansız olursa sevimsiz resim gibi
Dal uçlarında göveren bahar,
Tarlada boy veren o altın başak.”
Bazı müdürlerin merdivenlerde çocuklara üstten bakıp müdür olduklarını görmeleri egolarına iyi geldi.
On beş gün boyunca sınıf yüzü görmeyen öğretmenler, rehavet ceketini üzerlerinden çıkarıp “nerden çıktı şimdi okul?” mırıltısıyla tahta önünde yerini aldı.
Türkiye’de öğretmenlerde “bitmişlik sendromunu” gittiğimiz birçok okulda öğretmenlerin yüzünde görmek mümkün.
Öğretmenlerin ekseriyeti kendilerine taze kan verecek bir mehdiyi bekler gibi dolaşıyorlar koridorlarda. Bitki bitmeyen toprak gibiler.Yıllar önce aldıkları diplomayı meslek ömürleri boyunca yeterli görürler.
Yaprak döktükten sonra yeniden yeşerip çiçek açan, açtığı çiçeği meyveye dönüştüren ağaç dahi bunlardan daha verimli kendisinden beklentisi olanlar için.
Bunun yanında okulu, eğitimi, öğrenciyi, kitabı kendisi için bir şifa görüp iyi ki öğretmenim diyen öğretmenlerin yüzündeki gülümseyişten de görmek mümkün.
İçleri kıpır kıpırdı dün. On beş gün boyunca görmedikleri öğrencileri gördüklerinde yüzlerindeki tebessümü eksiltmeyip onları bağrına bastılar. Her öğrencisine söyleyecek bir cümle bulup cümle vesilesiyle öğrencilerin delikanlı yanlarına dokundular.
Öğrenciler de onlardan aldıkları heyecan ve güvenle geleceğe hazırlanmaya umut biriktirdi.
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk Bey göreve geldiği günden beri öğretmen eğitiminin, eğitimin olmazsa olmazı olarak gördü.
Her fırsatta öğretmene değer veren konuşmalar, öğretmeni önemsediğini yüksek sesle ifade eden sözlerle dile getirse de
Öğretmenlerin ekseriyetinde elle dokunur şifai bir iyileşme görmek mümkün değil.
Zaman zaman katıldığım seminerlerde öğretmenler mevcut durumlarını muhafaza etmekte direndiğine şahit oluyorum.
Ziya Hoca’nın konuşmaları resmî bir evrak olarak dayatılmadığı sürece kendilerini tazelemekte sözler pek tesir etmiyor.
Zorla yenen aş kanun kural ile şifa olmuyor ruha ve akla. Bilmek ile olmak arasında fark var. Bilme yükünü taşıyıp olmakta direnen bir öğretmen ordusu mevcut maalesef.
Bir ülkenin beyin takımı olan irfan orduları, kendilerini her gün çağa uygun donanımla beslemedikçe ekran mahkumu çocuklarda da bir kıpırdama olmuyor.
Geçtiğimiz hafta Türkiye Özel Okullar Derneği’nin Antalya’da düzenlediği ‘Eğitimde Yeni Akımlar’ konulu sempozyumda ABD’deki Carnegie Mellon Üniversitesi’nde yapay zekâ konusunda çalışmalarda bulunan Prof. Dr. John Stamper, “Yapay zekâ öğretmenin yerini almayacak, ona destek olacak. Ama öğretmenin rolü değişiyor. Öğretmen sınıfta geleneksel biçimde ders anlatmaya devam edecek. En az 50 yıl daha öğretmenlere ihtiyaç var” dedi.
Bilişimin gelişmesiyle birçok mesleğin geçerliliğini kaybettiği, robotların birçok işi insanların elinde aldığı günümüzde öğretmenlik halen “beyin mesleği” olma önemini koruyor, koruyacak da.
Türkiye felsefe kurumu başkanı Prof. Dr. İonna Kuçuradi’nin deyimiyle “Kişileri insanlaştıran bir meslek” olan öğretmenlik bilen için hem kendi aile yaşantısı için hem eve ekmek götürme uğraşı için kazancı da en yüksek mesleklerden biri.
Dünyada da ülkemizde de tek branşlığın son dönemlerini yaşıyoruz. Bir öğretmenin psikolojiden edebiyata; sinemadan gençlerin ilgi alanındaki uğraşlara kadar birçok alanda her gün kendini beslemesi lazım ki öğrencinin zihin hatırasını keşfedip öğrencinin önünde ona yol açıcı olabilmeli.
Öğretmen, ağzından çıkan her söze kendi rengini, ses tonunu, fikir ışığını vermesi lazım.
Her öğretmen bir müfredattır. Her öğretmen anlattığı dersin müfredatının kendisidir.
Öğrenci kendisini dinlediğinde “Evet, ben de öğretmen olmak istesem böyle olmalıyım.” örnek şahsiyetini yerleştirebilmeli öğrencisinin içine.
Aksi taktirde doğadan dışlanmış, kurumuş bir ağaç konumuna düşer öğretmen.
Sınıf, öğretmeni kendisinden uzaklaştırır ve öğretmenin anlattıklarını da ihtiyaç canlılığını kaybetmiş olarak görür.