“Ben” kelimesi için TDK’ye bakıyorum. Kişiyi öbür varlıklardan ayıran bilinç. Bir kimsenin kişiliğini oluşturan temel öge, ego. Birinciyi gösteren kişi.
Kadim kültürümüzde ben “ene-enaniyet” nefsi kibir, gurur, iddiacılık, benlik ve bencillik olarak anlamdırılır.
Ben’in dünyamızdaki yerini “Ben ondan daha üstünüm, itaatsizliğiyle başladı. Güç sarhoşluğuyla söylenen “Ben sizin en yücenizim.” meydan okumasıyla “ben”in dünyadaki krallığı güçlendi.
Günümüzde “ben”in birçok haline günlük hayatta şahit oluyoruz. Farklı şekil ve kıyafetlere bürünüp karşımıza çıkıyor. Bazen de biz o kıyafetin kendisi oluyoruz farkına vararak veya fark etmeden.
Günlük hayatımızda sıkça duyduğumuz ben cümlelerinden birkaçına göz atalım:
Ben biliyorum. Benden olmasaydı. Ben size demiştim. Benim dediğim oldu. Ben ona dedim. Ben biliyordum böyle olacağını. Ben daha önce onu uyarmıştım. Bana sordu. Benim sayemde oldu. Ben olmasaydım kötü olacaktı. Benden söylemesi. Benden günah gitti. Ben bu işte yokum. Benim dediğimi yapsaydı bu hale düşmezdi. Ben her şeyin farkındaydım. Ben kaçın kurasıyım. Beni ilgilendirmez. Benim sorunum değil! Bana mı sordun? Benim umurumda değil. Ben beni bilirim, başkası yalan. Beni görmemezlikten gelemezsin. Beni kandıramazsın. Ben kaçın kurasıyım.
Sen benim kim olduğumu biliyor musun?
Ben sana kim olduğumu göstereceğim.
Benim dengim değilsin. Bana mı bağlı göbek bağın? Ben hancı sen yolcu. Ben’im hakımda öyle konuşamazsın. Ben adamın alnını karışlarım. Benim yazdıklarım, benim kitabım. Beni sokmayan yılan bin yıl yaşasın. Ben şahımı bu kadar severim…
Özellikle modern Türkiye’de benin terkisine binip birey olmaya bineğemizi dehleyip kul olduğumuzu unutmaya başladığımız günden beri benin hayatımızdaki işgali gün geçtikçe artmaya başladı.
Bu işgalciliğe karşılık benin dilimizdeki yeri de genişliyor. Benlik ve Benmerkezci kelimesi egoyu tanımlamaya yetmeyince. TDK, benmerkezciliğin daha ileri hali olan “benbenci” kelimesini türetmiş. Benbenci, kendini hep öven, post kavgasında kendini en ön planda tutan kimse.
“Beni övenin yüzüne toprak saçın.” edep kültüründen beni daha çok övmesi için yüzümüzü övgü aynasından alıkoymaz olduk.
Günümüz dünyasının bir pazarlama taktiği olan “Sen değerlisin. Her şeyin en iyisine layıksın.” reklam tuzağına bile bile kendimizi inandırıp beni en iyi eşyalarla (çer çöple) sarıp sarmalayıp benin mevkisini yükselttik, marka değerini arttırdık. Seküler dünya, şaşıya yol gösteren kör rölünde bunu yapmaya devam ediyor.
İki cihan harbi, iki benin üstünlük kavgasıydı. Cihan harplerini çıkaran devletlerden biri, dünyanın yarısını sömüren Büyük Britanya Krallığı. Diğeri kendini Roma’nın varisi gören Prusya Krallığı. Kendilerine devlet değil devletin üst “ben”i olan imparatorlukla adlandırıyorlardı.
Siyasi ve ekonomik benliklerinin zirvesinde dünyaya her dediklerini yaptırabilecek güçlü yıllarında dünyayı alt üst eden iki cihan harbi yaşattılar dünyaya. Milyonlarca ölüm. Yakılıp yıkılan şehirler. Evsiz, barksız bırakılan milyonlarca insan.
Günümüzün “Ben” imparatorluğunu kim temsil ediyor dersek hepimizin aklına Amerika gelir. Amerika; ekonomide, sinemada, sanatta, siyasette dünyaya her dediğini yapıp yayma “ben”ine sahip tek birleşmiş devletler topluluğu.(Ben’in tüm duyuları ram altına alan hali)
“Katil” kelimesini bir devletin başına koysak hepimizin aklına ilk gelen devlet yine Amerika. Aşık Mahzuni Şerif yıllar önce “ Amerika katil katil” derken bu katillik halen benin kalesinde dünyanın şövalyeliğine soyunan Amerika’ya denk düşüyor. Yakın zamanda Irak’ı, Afganistan’ı öncesi Vietnam’ın masum insanlarını katledip yurtlarını evlerini barklarını yakıp yıktı. Ben’in önüne geçecek ona dur diyecek bir üst ben yoktu. Amerika’nın veledi zinası İsrail bir alt ben olarak Amerika’dan destekle bugün Gazze’nin çocuklarını öldürmüyor mu?
İnsanda benlik; beden, duygu ve duyuların imparatoru oluca prometeliğe soyunur. Ben’ini besleyip semizleten insan, yakıp yıkmada sınır tanımaz. Katil olmayı kahraman olarak görür.
Mesleki hayatlarında başarılı olmuş. Kendilerinin tabiriyle kendilerini markalaştıran insanların bazıları, çocuklarına kendi adlarını vererek “ben”den iki tane var deyip benini pekiştirirler.
Mevlana’nın Mesnevi eserinde anlatılan katır deve hikayesi var. Bayır aşağı sürekli düşüp bir yerlerini yaralayan sırtındaki emaneti kırıp döken katır bu halinden şikayetle deveye anlatınca deve :”Sen sürekli önüne bakmaktan uzağı göremiyorsun.” haliyle açıklar durumunu.
Sürekli kendini düşünmekten, önüne bakmaktan başkalarını görmeyen insan aslında kendine zarar veriyor. Beni, insani duyguların nefsten çıkıp kalbin ihlasında ikamet etmeye bir set olmuştur. Olma haline bir manidir beni. Sahte benlikler ete kemiğe bürünüp insan kılığında dolaşıyor. Ben, dediğinde o benin kaçı sensin?
Ben terkisinden inmeyen insan Yezidleşirken içindeki Ali’yi de öldürüyor. Ali olma özelliğini kaybediyor.
Bâyezîd-i Bistâmî on iki yıl benliğini âdeta çekiçle dövdüğünü ve yılanın gömleğinden çıktığı gibi benlikten sıyrıldığını söyler. Benlik, insan ile hakikat arasında bir settir. Bistâmî, hakikate ulaşmanın maniliğini kaldırmış.
Jules Payot “İrade Terbiyesi”, Gazali “Şahsiyet Terbiyesi” eserlerinde benlik ve bencillikten kurtulup insanlık kalesinde ikamet etmenin tedrisatını anlatıyor.
Son yüzyılların bilinen psikiyatristlerinden Ronald David LAING “YAŞANTININ POLİTİKSASI” eserinde “Gerçek aklı başındalık normal egonun şöyle ya da böyle eriyip yitmesini gerektirir.” Yiyecek ve giyeceğin bol olduğu dünyamızda başlıkta dile getirdiğimiz kıtlık var: Varlığının yokluğunu yaşıyor insanlık.
“Pınar kendisini hala kurutmamıştır. Beden hâlâ ışık saçmaktadır. Işık daha sönmemiştir. Kaynak hala coşmaktadır. Irmak hala akmaktadır.” diyen Laing gerisini bize bırakıyor.
*R.D. Laıng “YAŞANTININ POLİTİKASI” eserinden alıntıdır.