Su ve toprakla şekillenen bedene üflenen ilahi ruh: İnsan.
İnsan; beden, ruh ve nefsten ibaret. Bedenin yaşaması için temel besinle beslenmesi,
nefsin nevşu neması için haz ile hazlanması, ruhun hayat bulması için manevi atmosferde nefes alıp vermesi lazım.
Manevi atmosferi mecrası din ve sanattan müteşekkil.
Sanat, ruhun günümüz dünyasında en önemli gıdalarından biri. Kah dini besliyor kah dinden besleniyor.
Sanat ruha gıda olduğu gibi nefsin de şımarıp insan olmanın merkezinden uzaklaşmasına mani olur. Heva ve hevesin peşine takılınca insanı zıvanadan da çıkarabiliyor.
Dinden ve sanattan nasibini almayan bir şehrin, ülkenin, milletin tüm yaşamı bir AVM’nin içinde yeme, içme, giyinme ve defi hacetten ibarettir. Yatay düzlemden, satıhtan dikeye idrak ve yol alamaz.
Mevzuya bir kulaç daha atalım; duygu ve düşüncelerini müzik şiir resim sinema ve diğer güzel sanat dallarıyla beslemeyen insan hamdır ve ömür billâh ham kalır. Bırakın olmayı pişmemin insan ocağına dair bir ruhi haliyeti dahi olmaz.
Mevlana’nın: “Hamdım, piştim, yandım.” sözüne “OL”dum da ekleyelim. Sanat ve dinden nasibini alanın makamı “OLMAK”tır.
İstanbul kadar eski Üsküdar’da özellikle bu ayda dolaşan biri eğer Yahya Kemal’in “Atik Valde’den İnen Sokaktan” şiirini okumamışsa anlayamaz ruhunda kalan gurbet akşamını ve içinde kalan duyguların neler olduğunu. Sadece kaldırım çiğner.
İstanbul’u dolaşırken bir tepeden bakan biri Münir Nurettin’in besteleyip söylediği yine Yahya Kemal’in “BİR BAŞKA TEPEDEN” şiirindeki gönül tahtına kurulup İstanbul’un bir semtini sevmenin bir ömre bedel olduğu sırrına da kapı açamaz.
Yahya Kemal imparatorluğun şiirini yazmış, Minür Nurettin bestelemiş. İki büyük sanatçı; şiiri ve müziği aşka dönüştürmüş. O aşk ilhamını İstanbul minarelerinde günde beş vakit yükselen ezandan almıştır.
Ezan namaza çağrının yanında bizim medeniyetimizde fethin ve zaferin de müjdecisidir. Ezan, insana İstanbul’da iki dünya arasında vecd halini yaşatan nağmedir. Denizle vapurla martılarla bir olup insanı halden hale dönüştürür.
İstanbul’da gurup vaktini izleyip Ahmet Haşim’i okumayanlar insan yüzünün perde perde solmakta olduğunu ruha dolan halin de sırrına mahzar olamayacaktır. Batan güneşin fotoğrafını çekip paylaşmakla kalıp sığ sulardan enginlere açılamayacaktır.
Sait Faik Abasıyanık; hayatı boyunca üstüne geçirdiği abanın içine yerleştirdiği defter ve kalemle İstanbul’un hikayesini yazmıştır. İstanbul’u hikayeleştirmiş. Hikayelerini de
İstanbul’un rengine boyamıştır. Abasıyanık okumayan bir insan İstanbul’da yaşamıyor gibi. Kendi hayat hikayesini bu şehirde bulamayacak bu şehrin hayat hikayesine kendini eklemeyecektir. Bu şehirde varla yok arası kalır.
Mazhar Fuat Özkan’ın İstanbul için söylediği “Bu Sabah Yağmur Var İstanbul'da” şarkısını dinleyince şarkı sevgiliyi bize getirmese de sevgilisiz günlerin dayanılmaz olduğunu anımsatır. Bize duygu denizinin kapılarını açıp “OL”ma yolunda ritm tutturur.
Özelde şiir genelde sanat günlük hayatın tüm duygularını damıtır. Rafine kılar. Kendisi ile ilgileneni ulvileştirir. Okuyanı, dinleyeni, izleyeni pespaye duygulardan uzak tutar. Nezaket sahibi kılar. Sofraya oturduğunda aç kalan her canlıdan sorumlu olduğunu kendine anımsatan şairin duyarlılık hırkasını giyer.
Şiirin girmediği kalbe; kabalık, eğretilik, bağrış, çağrış, yalan, hırs, makam, koltuk, mal, mülk, ötekileştirme, küçük görme, put, gösteriş, şan, şöhret, israf, açgözlülük, dalkavukluk, riyakarlık, sığlık, yalan, iktidar, oy, seçim, kavga, gürültü … vb insan fıtratına mugayir aykırılıklar girer.
Birinci Dünya Savaşı sonrası İstanbul’u anlatan Ziya Osman Saba’nın aşağıda verdiğim şiiri insanı yerden alıp göğe yükselten bir şiir. Ziya Osman adeta o dönemin Yunus Emre’si gibidir. Cumhuriyet’in kurulduğu ilk yıllarda bir tarafın adamı olmayıp şiirinin adamı kalmıştır. Ayna ve cımbızlar ile şiire kan kaybettiren yapaylıktan uzak durmuş. Küçük hallerin ulvi şiirini yazmış. Okuyanın da ayağını yerden kesip ruhen ve bedenen insanı sevgililer sevgilisine yükseltmiş.
Her Akşamki Yolumda
Her akşamki yoluma koyulmuş gidiyorum. Her akşamdan vücudum bu akşam daha yorgun.Öyle istiyorum ki bu akşam biraz sükûn,Bir cami eşigine yatıversem diyorum
-Rabbim, şuracıkta sen bari gözlerimi yum!Sen, bana en son kalan, ben senin en son kulun;Bu akşam, artık seni anmayan Istanbul’unBomboş bir camiinde uyumak istiyorum.
Sonsuz sessizligini dinlemek istiyorum.Bilirim ki taşlığın bir dösek kadar ılık,Sana az daha yakın yaşamak için artık,Rabbim, ben yalnız zeytin ve ekmek istiyorum.
Ziya Osman Saba 1931