Avrupalı iki turist Petra’da akülü araç ile insanların, develerin, eşeklerin, katırların arasında dolaşıyor. Petra’yı tüm gün dolaştığımda akülü araca başka binen görmedim. Önümüzden geçen Avrupalı orta yaşlı turistlerin bize işmar atarkenki sarışın elit bakışları(!) siyahşınlardan farklıyıza mı yormalıydım bilemedim.
Petra İslamiyet öncesi Arap kökenli Nebati Krallığı’nın merkezi. Petra’daki tarihi eserlerinin ekseriyeti Nebatilerden kalma. Helenistik döneme ve Roma İmparatorluğu’na ait tarihi eserler, eklemeler de mevcut.
Petra, uzun yıllar Avrupalı kazı bilimcilerinden (!) yağmacılarından saklanmış. Avrupalı dostlarına 1812 yılında Petra’nın yerini jurnalleyen İsviçreli Gezgin Johann Ludwig Burckhardt'tır. Hz. Musa’ya adak adamak istediğini söyleyip Musa Vadi’si olan Petra’ya gelir ve Petra’nın yerini jurnaller.
1876 doğumlu Şair John William Burgon, Petra için yazdığı şiirde Petra’yı 'Tarihin yarısı kadar yaşlı gül kırmızısı şehir' diye tarif eder.
Petra, halen birkaç derme çatma çadır ve yağmalanmayı saymazsak gül kırmızısı varlığını ve ilk sahiplerinin evlatlarını koruyup barındırıyor.
Petra 400 yıl Osmanlı egemenliğinde kalmış. Osmanlı bölgenin tarihi dokusuna dokunmamış. Nebati soyundan gelen Arap kabilesi o bölgelerde hayatını sürdürmüş.
Osmanlı arkeolojik kazı bilimine sahip olsaydı buranın tarihi eserlerini kendi ülkesine taşır mıydı sorusunu egemen olduğu ülkelerde izlediği yönetim politikalarına bakıp karar verebiliriz.
Gel zaman git zaman. Devir, Osmanlı’nın zayıf dönemleri. Savaşların Batı’dan, Kuzey’den Osmanlı’yı bir ur gibi yakalayıp yayılarak Osmanlı bedenini ölüme hazırladığı yıllar. Osmanlı’nın Savaşlardan, azınlık isyanlarından, yönetimdeki çekişmelerden başını kaldırıp ufka bakmaya takat bulamadığı yılar.
Osmanlı arkeolojik bilimine henüz bigane. Osmanlı’da ilk arkeolojik kazı çalışmaları 19. yüzyılın ortalarında başlamış. İlk arkeolog 1842 doğumlu hakkında çok şey yazılıp çizilen Osman Hamdi Bey’dir.
Osmanlı coğrafyasında tarihi yerlerin ; Avrupalı, özellikle İngiliz-Alman, araştırmacılar (!) tarafından bazen araştırma (!) adı altında bazende aleni şekilde talan edildiği yıllar 1800’lü yıllardan başlıyor.
Avrupalıların Osmanlı coğrafyasında yaptığı kazılar, bilimsel bir araştırmaya yönelik olmaktan ziyade ne bulurlarsa ülkelerine götürme yağmalaması amacı taşıyor.
Alman asıllı Schliemann’ın 1873’te Çanakkale’den Truva hazinelerini Avrupa’ya kaçırması sayısız yağma örneklerinden biri.
Petra’da Osmanlı coğrafyası yağmalamalarından nasibini (!) fazlasıyla almış. Bir asırdan fazla yağmalana yağmalana anıt mezarların veya tarihi yapıların çıplak duvarlarından başka; Petra’da tarihi yapıların, anıt mezarların kazılmış duvarları, antik tiyatro harabesi, sökülüp götürülmesi imkansız bazı figürler, kayalar, kanyonlar, uçurumlar kalmış.
Ürdün devleti etme kemiğe bürününce bulduğu çanak çömleği müzesinde sergileyerek hem kendine tarih bulmuş hem de turistlere gösterecek tarihi varlığına belge sunmuş.
Aynı kazıyı Balkanlar ve Bulgaristan’daki Osmanlı camilerinin kilise ve başka amaçlı kullanımlara dönüştürdükleri Osmanlı yapılarında da görmüştüm.
Bulgar, Sırp, Yunan ve diğer milletler Rus ve Avrupalı hamilerinin desteğiyle Balkanlarda Türkleri katlederek, mabedleri kazıyarak bölgeyi Türklerden temizlemişlerdi. İslami motifleri mabedlerden ne varsa mimari eserlerden kazıyarak silip süpürmüşlerdi.
Balkanlarda müslüman olan herkese Türk deniyor. Türk sadece ırk anlamında kullanılmıyor. Balkanlar’ı Türklerden temizlemek müslümanlardan ve islam’dan temizlemek anlamına gelir. Boşnaklar bunun bedelini yakın tarihimizde en ağır ödedi.
Avrupalılar; tarihi ve tarihi eserleri yağmalama olayını ulus devletlerin hemen hepsinde görmek mümkün. Avrupa’nın egemen güçleri ulusların önce tarihini kazıyor. Ulusların coğrafyalarındaki tarihi eserlerini ülkelerine götürüyorlar. Sonra kendi kontrollerinde kurulan ulus devletlere yerli iş birlikçileri aracılığıyla yeni bir tarih oluşturup devlet kitaplarında okutmaları için veriyorlar.
Yazılıp ellerine verilen ulusların tarihi, okullarda okutula okutula yalandan tartışmaya tahammülü olmayan bir gerçeğe dönüşmüş.
Makedonya etnografya müzesini gezerken Makedonyalı rehber Türk olduğumuzu bildiği halde gözlerimizin içine baka baka: “ Biliyorsunuz burası sömürge bölgesi. Osmanlılar tarafından dörtyüz sömürülen bölge” sözlerini söylerken müzede sergilenen sıradan bir Amerikan generalin fötr şapkası yüzümüze gülüp kahkaha atmıştı.
Osmanlı arkeolojik kazı bilimine sahip olsaydı buranın tarihi eserlerini kendi ülkesine taşır mıydı sorusunu egemen olduğu ülkelerde izlediği yönetim politikalarına bakıp karara dair bir söz söyleyebiliriz.
Yağmalanan Ürdün’ün tarihi eserleri gibi Ürdün’ün tarihi de yağmalanmış. İngiliz aklı ve yerli işbirlikçilerin kalemiyle yazılan Arap tarihi, Ürdün’ün de tarihi. Okutulan tarih malum; 400 yıllık bölgenin sömürgeci gücü osmanlı, kahramanlıklarla dolu (!) İslam öncesi Arap tarihi italikleniyor .
Bu arada şunu da anımsayalım; bölgede Osmanlı’nın sömürgeci devlet olduğunu yazan kaynak ile tarihimizde Araplar Türkleri arkadan vurdu düşmanlığını kitaplarımıza yazdıran kaynağın sahipleri aynı.
Araplara kuzeyden bakıp onları küçümsemek Arapları ve Ortadoğu’yu doğru okumamaktır.
Bir dönem bölgenin her yerinde Türk malları satılıp Erdoğan ismi her yüzde bir umut ışığı iken şimdi çarşı pazarlarda Türk mallarının esamesi okunmuyor. Erdoğan ismi “min aladhaa” o kim ile bilinmez olmuş. İstanbul selam söylenen şehir olarak yerini koruyor.
Arapların bizi arkadan vurdu tarihi gerçeğimiz ile Arapların sömürgeci Osmanlı gerçeği bizi ve Arapları önceleri İngiltere, 2. Dünya Savaşı sonrası Amerika kontrolünde diplomatik ilişkiler sağlanmış. Diplomatik ilişkilerimizdeki adımlarımız, Batılı dostlarımız ve onların dostları haberdar edilerek atılmış.
Dilimizde pelesenk olan “İngiliz uşağı Araplar” yanlışı bizim de Cumhuriyet sonrası ne kadar özgür diplomatik politikalar belirlediğimiz gerçeğini görmemizi engellemiş.
Bizim yıllardır birlikte yaşadığımız ve Anadolu kapılarının açılmasında aynı safta Bizans’a karşı kılıç kuşattığımız Kürtlerin tarihinin esamesinin okunmadığı tarih kitaplarımızda Eti, Urartu, Hitit vb uygarlıkların tarihi bilimsel gerçek ışığında okutuluyor .
Irak Kürdistan’ına içimizdeki milliyetçilik zehri bize halen Kuzey Irak dedirtiyor. Aynı şekilde İsrail’de Filistin bölgesini zihinlerde silmek için bölgeye Batı Şeria dedirtiyor. Zihinlere zerkedilen zehir ve zehrin sahibi aynı.
Konuşup görüştüğüm mürekkep yalamış insanlar; İttihat Terakkicilerin yönetimi ele almasıyla kırılma noktası oluştu. Cumhuriyet Türkiye’si ile ipler koptu. Biz bağımsız bir devletiz. Bize yukardan bakıp bize akıl vermek ne yapacağımızı belirlemek iç işlerimize karışmak kabul edilebilir bir durum değil.
Bize saygı duymanızı bekliyoruz.
Halkın ekseriyeti bizi seviyor. Bize yakınlık duyuyor. Bizim ürünlerimizi almayı önceliyor. Türkiye’ye gelen turistlere bakıp görmek mümkün.
Kerak Kalesi’ne çıktığımda Selahattin Eyyubi’nin ruhuna Fatih’a okurken Kudüs Fatih’nin yaşadığı 13. yüzyıl İslam Coğrafyasını anımsadım: Birleşik Avrupa ordusu ( Haçlılar) tarafından işgal edilen Kudüs, birbiriyle çekişen, birbirlerinin kuyusunu kazan Atabeylikler, Emirler, kabileler, Boylar, irili ufaklı devletçikler...
Kendi aralarındaki mücadelelerinde Bazıları da Haçlı dostlarından yardım isteyerek bölgenin Haçlı işgaline zemin hazırlamıştı.
Günümüz 13. yüzyılı aratmıyor. 21. yüzyıl kendi Selahattin Eyyubi’sini acaba kendi Selahattin’ini doğuracak mı? Veya günümüzün Selahattin Eyyubisi kim olacak?
Dostlarım beni bağışlasın yazdığım bu yazıdan dolayı. Eğitim ağırlıklı yazılar yazmamı önerip başka işlere burnumu sokmamam konusunda beni uyarmalarına rağmen konuşamadan edemedim. Geziye vesile olan “Gönüllü Eğitimciler Derneği” İGEDER’e teşekkür ederim.
Ne demişti Bilge Yunus:
“Be hey Yunus sana söyleme derler
Ya ben öleyim mi söylemeyince.”