Cuma ünü yarı yıl tatili başlıyor. Tatil deyince aklımıza MEB tarafından zihinlerimize kazılmış ödev geliyor. Birkaç yıl önce eğitime bigane bir eğitim bakanımız kameralar karşısına geçip ödev vermeyi yasaklamıştı. Yasaklamayı övgüye dönüştüren bir nutuk atmıştı.
Geçtiğimiz yaz, Eğitim Bakanımız Ziya Selçuk Bey’in yaz tatili için önerdiği yaz etkinliği faaliyetleri; öğrenci merkezli herkesin kendini ifade etmesini sağlayan ince elenip sık dokunmuş faaliyetlerdi. Çağın eğitim anlayışını da pekiştiren faaliyetler.
Yaşadığımız yüzyılda eğitimin rotası artık her şeyi bilmeyi gerektirmiyor. Bilgi elimizin altında. Bilginin kıymeti farklılaştı. Fabrikasyon bilgiye değil her bireyin oluşturduğu bilgiyi önemsiyor çağımız eğitimi.
İhtiyaç duyduğu bilginin verilerini veriyor. Kişiye mevcut verilerden ihtiyacı olan bilgiyi üretmesini istiyor. Üretirken öğrencinin mevcut özelliklerini kullanıp kullanmadığını sınıyor: Düşüncesini, dikkatini, davranışını, iletişimini...
Dolayısıyla hayatın ve bilginin hikayeleştiği bir eğitim çağı çıkıyor karşımıza. Hikayesi olmayan bilgi hafızada fazladan yer işgal etmiş oluyor. Hayatın hafızasını oluşturmanın ufaktan altyapısını oluşturmaya yöneltiyor öğrenciyi.
Herkes gibi olmaktan kendini kurtarmayı ve kendi hayatının hikayesini kurmayı ön plana çıkarıyor.
On beş tatilde ödev kelimesini çocukların hayatından öte tutmanın doğru olduğuna inanıyorum.
Çocukların düşünmelerini sağlayacak, çocukları hayatın içine katacak, kendini ifade etme becerilerini geliştirecek faaliyetlere yöneltmek daha doğru olur.
Her güne bir hikaye yazmak.
On beş tatili içine alan bir roman yazmak.
Yaşadığı şehrin çarşı pazarını, tarihi, dini yerlerini gezip oralar ile ilgili hikayeler, denemeler yazmak.
Çok sevdiği kuş türü ile ilgili araştırma yapıp kahramanı kuş olan bir fabl yazmak.
Sevdiği ağaç ile ilgili araştırma yapıp ağacın hayatını hikayeleştirmek.
Her gün bir yemeğin tarifini öğrenip en sevdiği yemeğin hikayesini yazmak.
Annesiyle mutfakta yemek, kek, pasta yapıp arkadaşlarına bunlardan ikram etmek.
Kahramanlarını aile bireylerinden oluşturduğu bir hikaye yazmak, resim yapmak.
Kendini kuşların yerine koymak, kuşlar ile bir gün yaşamayı hayal edip bunun hikayesini yazmak.
Kendini balık yerine koymak, balıklarla bir gün yaşamayı hayal edip bunun hikayesini yazmak.
Ağustos böceği ile karıncanın hikayesini bilinenin dışında yeniden yazmak, onların resmini yapmak.
Her güne bir atasözü. Seçtiği atasözün resmini yapmak, hikayesini yazmak.
Her güne bir film. İzlediği filmin eleştirisini yazmak.
Her gün fırından ekmek almak. Askıda ekmek listesine bir ekmek yazıp o ekmeğin hikayesini hayal edip yazmak.
Yakın akrabası olan yaşlıları ziyaret etmek. Onların hayatını konu edinen hikayeler yazmak.
Söz uçar yazı kalır, atasözümüz eğitimin öznesi olacak önümüzdeki yıllarda.
Düşünmek, yapmak ve yazmak ekseninde gelişiyor eğitim. Tüm bunlar için de düşünceye yatırım yapmak gerekiyor. Danışmanlık çağın olmazsa olmazı haline geliyor. Aklın, fikrin pazarlandığı çağımızda çocuklarımızın hızını yavaşlatıp düşünmelerini ön planda tutan faaliyetler ile beslemek çağın eğitimin bir gereği.
Sözü Filistinli yazar Edward Said’in bir sözüyle bitirelim:
“Düşünmekten korkanların eğitimde yeri yoktur.”