4 Haziran’da 1 milyona yakın 8. Sınıf öğrencisi, 17-18 Haziran’da ise 3 buçuk milyona yakın lise mezunu Türkiye geneli merkezi sınavlara girdi.
Hem LGS ve hem YKS’de sorulan soruların geneline baktığımızda sorular kitap okuma üzerine kurulmuş sorulardan oluşuyordu.
Soruların öğrencilerde aradığı ilk nitelik Kitap okuma alışkanlıklarının olup olmadığı. Her dersin ortalama akademik bilgilerine sahip olmak tamam. Ancak eğer kitap okumuyorsanız akademik bilginiz çok da işinize yaramıyor mesajı veren sorular.
Okuma soruları üzerinden çocuğun sorgulandığı alışkanlıklarını aşağıda uzun uzadıya yazacağım.
Sorulan sorular üzerinden ilerleyerek konuyu daha sarih hale getirelim. LGS Türkçede kelime sayısı 1900-2000, fen bilimlerinde 2000-2100 arası, matematikte 1500’e yakındı. Dikkat ederseniz sayısal dersi diye nitelediğimiz fen bilimleri dersinde kelime sayısı Türkçeden fazla. Bu burada kalsın.
Gelelim YKS sorularına. Yine TYT’de sorular yaklaşık 10 bin 600 sözcükten oluşuyordu. Adayların hiç cevaplamadan ve düşünmeden 1 dakikada ortalama 65 sözcük okuması gerekiyordu. Okuduğunu anlaması içinde ne kadar zaman gerektiği her öğrencinin kapasitesine göre değişir. Zaman yönetimi ile kapasite arasında doğru orantı var. Bilgi ve zekası demiyorum kapasite diyorum.
Bir ilkokul öğretmeninin bilgisini de paylaşalım “İlkokul 1. sınıf öğrencilerinin okuma hızı dakikada başlangıçta 40 kelime. Dönem bitiminde ise ortalama 90 kelime.”
Şimdi aklımıza hal böyle iken lise mezunu bir öğrencinin 1 dakikada 65 kelime okumasında zor olan ne sorusu geliyor. Aslolan okumak değil Yunus Emre’nin şiiriyle söyleyelim: “Okumaktan murat ne / Çün okudun bilmezsin / Ha bir kuru ekmektir”
Hem LGS hem TYT sorularını okuyup incelediğimizde sorular üzerinden öğrencide aranıp sorgulanan nitelikler:
Bir öğrencinin ihtiyaç duyduğu kelime hazinesine sahip olup olmadığını, okuduğunu anlayıp anlamda ne kadar mahir olduğunu, farklı olanı görüp tekdüzelikten kendini arındırarak farkındalığa sahip olup olmadığını, konuşup yazarken dil bilgisine ve zihinsel disipline sahip olup olmadığını, kendini akışa bırakıp herkesin yaptığı yanlış tuzağının farkında olup kendini o tuzaktan koruyup korumadığını, günlük hayat diline ne kadar vakıf ve bu dili nerede nasıl kullanması gerekip gerekmediğini, günlük hayatı takip edip yaşadığı ülke ve dünya gerçeğine ne kadar vakıf?
Mülteciler, göç, film, müzik, kitap hem güncel meseleler hem mürekkep yalayan bir insanın hasbelkader gündeminde olması gereken kelime ve kavramlara sahip olup olmadığını, duyguların diline hakim mi, duyguların hangi metinde, ne zaman nasıl kullanılması gerektiği duygu olgunluğuna sahip olup olmadığını, yaşadıklarını kâğıt kalem eline alıp bir metne dökebilme İfade etme gücüne sahip olup olmadığını, deyim-atasözü ve kavramların günlük hayat akışı içinde nerede kullanılması gerektiğini bilip bilmediğini, kitap okurken okuduklarından yola çıkarak eleştirel bir düşüncenin zihninde maya tutup tutmadığını, roman-hikaye okurken karakterlerin yaşadıkları üzerinden kendini anlamlandırıp nezaket, narinlik, zerafet, durup ince şeyler düşünme becerisi ve sabrı edinip edinmediğini, kendi bedenini tanıyıp bedenin her uzvunun işlevini doğru zamanda ve davranışta kullanıp kullanmadığını, uzun metin sorularında dikkatinin dağılıp dağılmadığını, zihin direncinin bir metni okumaya ne kadar dayanıklı olduğunu, her rüzgardan nem kapma şüpheciliğine düşüp düşmediğini, geçmiş ile günümüz arasındaki bağlantıyı kurup iki dünyanın farklılığındaki avantaj ve dezavantajları görüp mukayese etme düşüncesine sahip olup olmadığını vb birçok sorgulamayı yapıyor.
İşi çığırından çıkarıp sorulara isyan edenler
Sınavı eleştiren birçok yazar, çizer, sosyolog, pedagogun yazdıklarına baktım. Ekseriyetin sınav sorularını anlamadıklarından yola çıkarak sınavı tu kakalamaları. Dönüp soruların tamamını okuduğumuzda kitap okuma alışkanlığı edinmemiz gerektiğini bize söylüyor.
Toplumun ekseriyetinin şikayetçi olduğu konuya bizi yöneltiyor: Çocuklarınızın ekran süresini kısıtlayın. Çocukları ekran kölesi yapıp dikkatlerini çalmalarına izin vermeyin. Gençlere günlük hayatın farkında olmalarını sağlayacak okuma ve davranış kazandırın. Düşünce damaklarında yıllarca geçmeyecek bal tadı bırakacak okumalar yapın.
Gençleri; belirsizlik ya da iki arada bir derede bırakmadan ayakları yere sağlam basacak bir bakış açısı ve güven verici bir okuma kazandırın.
Düşünmek, ölçüp tartmak, gözlemlemek, ağır ama emin adımlarla ilerlesinler. Kendimize ve çevremizdekilere atfettiğimiz niteliklerin fakına varıp gençleri belirsizlikten kurtararak hayatlarını kolaylaştırıp anlamlandıracak bir okuma yapın onlara.
Gelelim maarif dünyamıza. Maarif dünyası, günümüz dünyasının derslerinde sınıfta kalıyor. Evrilen dünyada ekran, dijital dünya, sosyal medya ile dikkati çalınan gençlerine bir merhem olmakta sınıfta kalıyor. Çağın zehrine panzehir üretemiyor. Emir cümleleri ve nasihat hız ve hazzın pençesine aldığı gençlerin bırakın bir kulağından girip bir kulağından çıktığı bir kulağına dahi girmiyor.
Maarif dünyası, Orta Çağ’ın son kullanma tarihi geçmiş günümüz dünyasında bir karşılığı olmayan bilgilerini papağan gibi öğretmekten kendini kurtarmıyor. Yüz yıl önce söylenmiş içi boş sözlerle kendini ve öğrenciyi oyalama tuzağından kendini kurtaramıyor. Yeni güne dair bir şeyleri sınıfta, sırada öğretmediği merkezi sınavlarda sormaya kalkıyor. O zamanda atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş oluyor.
İnsan bir kan pıhtısından yaratılıp okuyan bir eşref-i mahlukattır diyelim ve kırık bir tuğlanın son eksik bir parçasını yerine koymak sözü Şair Enis Batur’un dizeleriyle bitirelim:
…
Hayat böyle erir,
yavaş yavaş açılır önündeki
siyah üstüne siyah ufuktan
daha da siyah ötesi: Git,
meleğin tuttuğu kitabı tut.