2017-2018 eğitim öğretim dönemi resmî tatili 7 Haziran Cuma günü sona erdi. 20 Haziran Çarşamba günü gündem olmamasına rağmen Milli Eğitim Bakanımız bir bildiri edasıyla:” Bundan sonra hiçbir öğretmenimiz, öğrencisine ödev vermeyecek” açıklamasıyla ödev yasağını getirdi. Daha önce de ödev yasağına dair açıklamalarda bulunmuştu.
Ödev kelimesinin etimolojisine bakma ihtiyacı hissettim.
Ödev" kelimesinin kökü "öde". Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Öztürkçeleştirme çalışmalarının meyvesi olan "ödev" kelimesi, Fransızca "devoir" kelimesinden ilham alınarak oluşturulmuş. "Devoir" hem bir şeyi yapma zorunluluğunu hem de borçlanmayı anlatmış. Biz de o zorunluluk fikrini "öde" fiiline uyarlayıp "ödev"i icat etmişiz.
D. Mehmet Doğan’a göre ödev sonradan uydurulan bir kelime. Ödev kelimesinin asıl karşılığı vazife, vecibedir.
TDK’ye göre ödev:
1. Yapılması, yerine getirilmesi, insanlık duygusu, töre ve yasa bakımından gerekli olan iş veya davranış, vazife, vecibe.
2. Öğretmenin öğrencilere okul dışında yapmaları için verdiği çalışma.Ödevin, müfredatımıza ithal öğretilerden ilham alınarak girdiğini görüyoruz.
Türkiye’de ödev denince öğretmenin öğrenciye evde yapması için verdiği ödev aklımıza geliyor. Milli Eğitim Bakanımızda, öğretmenlerin okul dışında öğrencilere verdiği ödevi yasakladı. Devamında da Türkiye’nin seneye tekli eğitime geçeceğini, öğrencinin daha çok okulda zaman geçirerek dersi derste öğreneceğini söyledi. Böylece dersin derste öğrenilmesi sağlanmış olacak ve müfredata dayalı ezberci ödevin verilme gerekçesi de ortadan kalkmış oluyor.
Gelişmiş ülkelerde ev ödevi yok. Öğrenciler dersi derste öğreniyor. Öğrenci eve gelince öğrenci kimliğini okulda bırakıyor. Çocuklar evde evin bir bireyi oluyor: kardeş, abi, abla, evlat...
Peki doğru olan hangisi? Bizde okul saatleri dışında verilen ödevler mi yoksa gelişmiş ülkelerdeki gibi ders okulda öğretilir evde öğrenciliğe paydos mu?
Elbette doğru olan dersin derste, okulda, sıralarda öğretilmesi.
Lakin ülkemizde çocuklar uzun süreli okulda da kalsa, dersi derste öğrenemiyorlar. Bunun birçok sebebi var. Müfredatımızın hayattan kopuk olması, ezberci bir didaktizme dayanması, müfredatta güncelliğini kaybetmiş fosil bilgilerin öğrenciyi hantallaştırması, yeni neslin ilgi ve alakasından uzak örneklerin varlığı ... derslerin derste anlaşılmasını, öğrenilmesini, öğrencinin dikkatini derse vermesini engelliyor. Dersin, Öğrenciler tarafından öğrenilmesini isteksizleştiriyor.
Bir diğer sorun da öğretmenlerin bilgi ve davranış olarak yetersizlikleri. Öğretmenlerin; bilgiyi öğrenciye aktarmada iletişim sorununu yaşamamaları, öğretmenin bilgi yetersizliği, öğrenciye yaklaşımdaki yanlış davranışları, kendilerini yenileyememeleri, dersteki performans düşüklükleri ... vb sorunlarda öğrencinin dersi derste öğrenmesini engelliyor.
Dersi, derste öğretemeyen öğretmen ödev verme; dersi derste öğrenemeyen öğrenci, konuyu evde çalışıp öğrenme ihtiyacı hissediyor.
Ödev, kavramı sonradan nasıl hayatımıza eklenerek eğitim lügatımıza girdiyse günümüzde de ödevin öğrencinin öğrenme hayatındaki yeri yeniden anlamlandırılmalı. Ödev için eğitim şuraları düzenlenerek ödevin eğitimimizdeki artı ve eskileri masaya yatırılıp eğitimciler tarafından tartışılmalı. Yeni neslin yaşam tarzı ve eğitimin amacına bağlı olarak ödevin vazife şeklinde eğitim öğretim hayatımızdaki yeri güncellenmeli. Öğretmenler 21. Yüzyılın bilişim çağındaki vazife kavramının amaçları konusunda eğitilmeli. Türkiye değerleriyle beslenen ve dünyaya açılan öğrenciler yetiştirmeliyiz.
Öğrenci, hayat boyu devam eden eğitimin öznesidir. Ağaç yaşken eğilir, demir tavında dövülür misali aktif eğitilme yaşında olan öğrencileri başıboş bırakarak eğitimin alanı dışında tutmamalıyız. Uzun yaz tatilleri ile öğrencilerin eğitimden kopuk yaşanmalarına bigane kalmamalıyız. Çocukları amaçsız tatillere salarak çocukların bilişim oyunlarının gönüllü köleleri olmasına seyirci kalamayız. Eğitim hayat boyu devam ediyor. Bundan ders kitaplarındaki eğitimi kast etmiyorum. Çocukların zihnini dinç tutan, entellektüel düşüncesini besleyen ve öğrenciyi yaptığı işin mimarı-yaratıcısı kılan sorumluluklar vermeliyiz çocuklarımıza.
Okul yaşındaki çocukların hayal gücünü zenginleştiren ufkunu açan kitaplar okutmalıyız , filmler izletmeliyiz çocuklarımıza.
Çocuklarımız; yeteneklerine bağlı olarak resim yapmalı hikaye roman deneme yazmalı, mimari alanda zihinsel uğraş vermeli. Yaşadığımız Türkiye ve dünya sorunlarına çözüm üretecek projeler hazırlatmalıyız onlara.
Bu uğraşlar MEB’in ödev tanımı içinde yeniden ele alınarak genişletilmeli. Bir oldu bitti ile ödevin yasaklanması ne kadar yanlış ise müfredata dayalı son kullanma geçerliliğini yitirmiş ve öğrencinin yaratıcılığını körelten ödevlerin verilmesi de o kadar yanlıştır.