Milli Eğitimin gündemi yoğun. Eğitim bakanımız arayışın, düzenlemenin her gün bir adımını açıklıyor.
Herkesin üniversite okumasına gerek olmadığından, sınıfta kalmanın geri gelmesine kadar bir dolu gündem.
Eğitim gündemimizin yoğunluğu, taşların bir asırlık devlet olmamıza ramak kala bir türlü yerine oturmamasından kaynaklanıyor. Devletin bir eğitim politikası var. Ancak devletin eğitim politikası statik ve her sektörün hız ile yarıştığı çağımızın gerisinde kalıyor. Hükümetlerin yaptığı her düzenleme, devletin resmî eğitim politikasının bildiğini diretmesine bir hareketlilik kazandırmıyor. Bürokrasi her dönem yeniliğin önünde bir engel.
Düzenlemeler yüzeysel. Bugün yapılan değişimin yanlış olduğu söylenip on yıl sonra eskiye geri dönülebiliyor.
Bunlardan biri sınıfta kalmanın kaldırıldığı dönem; herkesin eğitim hakkı var, kimse sınıfta bırakılarak eğitimden mahrum bırakılamaz söylemi ile sınıfta kalma kaldırıldı. Sınıfta kalmanın kaldırılması kulağa hoş gelmişti o dönem. Okul, gençleri hayattan koparıp sınıflara doldurdu. Günlük hayatta tedavülden kaldırılmış bilgilerle çocukları sınıflarda pasif, yetenekleri öldürülmüş, kabiliyetleri körelmiş hale getirdi okullar.
Okulların da işlevi; devlete itaatkar yurttaşlar, fabrikalarda çalışan kalifiyeli elemanlar ve devlet bürokrasisini yürütecek memurlar yetiştirmek. Bunun dışında bir işlevi varsa da üzerinde durulmayacak kadar önemsiz.
Artık dünyanın ihtiyaç duyduğu, beden gücüne dayalı eleman değil; akıl gücüne sahip nitelikli insan. Bu da dünya nüfusunun yüzde üçüne tekabül ediyor. Bilgi ve akıl gücüne sahip yüzde üçlük nüfus dünyanın gidişatını belirliyor ve belirleyecek. Nitelikli dediğimiz okullar bu insanları yetiştirmek için varlık sürdürüyor.
Amerika bu eğitim siteminin başını çekiyor. Mutlu azınlığa göre eğitim modeli kuran Amerika ihtiyaç duyduğu nitelikli beyin gücünü kendi okullarının dışında dünyanın her yerinden kazanç vaad ederek ülkesine çekiyor. İhtiyacı olan beyin gücünü böylece telafi ediyor. Bilgi ile ekonomisini inşa ediyor. Robotlara yüklediği bilgi ile üretimin çarklarını işliyor.
Bizden fazla nüfusa sahip olan Almanya çocuklarını okulda oyalamak yerine meslek okullarına yönelterek erken yaşta iş güç sahibi olacak şekilde yönlendirip yetiştiriyor. Üniversite de okuyan öğrenci sayısı, ülkemizdeki üniversite öğrenci sayısının yarısı kadar.
Bu sayede dünya ekonomisinin lokomotifi olmaya devam devam ediyor. Demek ekonomik güce sahip olmak için herkesin üniversite okuması gerekmiyor.
Eğitim bakanımızın geçen haftalarda söylediği doğru bir söz vardı: “Sen ağa ben ağa inekleri kim sağa?”. Uzun süredir ülkemizde inekleri sağmayı da beğenmeyip ülkemizde yaşayan yabancılara bıraktık.
Şimdi başa dönüyor eğitim bakanımız. Sınıfta kalma geri geliyor.
Türkiye’de 8. sınıf öğrencilerinin girdiği LGS nitelikli öğrenciyi belirlemeye yönelik. LGS niteliği şu ana kadar yapılan sınavlardan farklı bir sınav. Öğrencilerin akademik bilgilerinin dışında öğrencinin dikkatini, davranışını, hızlı düşünüp düşünmediğini, sorun çözmede sabırlı davranıp davranmadığını, çocuğun okuduğunu doğru anlayıp anlamadığını, yapay zeka usülü aynı anda ne kadar farklı düşünebileceğini, ayrıntıları görüp görmediğini , bu listeyi çoğaltabiliriz, ölçen bir sınav.
LGS bir nevi Türkiye’nin ihtiyaç duyacağı beyin gücüne sahip öğrencileri belirliyor. Bu sınavın istediği yüzdelik dilimde olmak öğrenciye ilerleyen eğitim hayatında fark kazandıracak.
Hal böyle olunca LGS’yi kazanmayan sınıfta kalsın. Erkan yaşta işine gücüne baksın gençler. Kendilerine bir yol yordam çizsin. Okul sıralarında işlevsiz, mesleksiz kalmasınlar.
Ortaya çıkacak öğretmen fazlalığına da varsın bürokrasi çözüm bulsun. Zaten öğretmenlerin bir kısmı okula gitme nedenini unutmuş. Okula gitmek bir alışkanlık olmuş onlarda.