İşler yolunda gitmiyordu. İki çocuklu bir aile.
Anne mavi yakalı, baba çokça para kazanan bir iş adamı. Çocukların biri ilkokula, diğeri sekizinci sınıfa gidiyor. Gittikleri okul yüz bin doların üstünde. Ancak yine de sekizinci sınıfa giden delikanlı; olması gereken davranışa ve akademik bilgiye sahip değildi.
Delikanlı’nın çalışmasına engel olan cep telefonu, ipad, bilgisayar evden uzaklaştırılmış. Çocuğun zihnini meşgul eden, aklını yoran dijital dünyadan delikanlı arındırılmış. Ancak yine de beklenilen davranışa sahip olmayıp akademik başarı da sağlanamamıştı. İstenilen zaman yönetimi oluşmamıştı. Ders çalışmak için masaya geçen delikanlı daha sandalyeye oturup eline kalemi, silgiyi, kitabı almadan masadan kalkıyor. Su, tuvalet, bir şey söyleme, bir şeye bakma gibi bahanelerle bir türlü okumaya, çalışmaya, sorulanı öğrenip ona uygun bir çözüm üretmeye, istenilenin ne olduğunu düşünmeye kendini veremiyordu.
Yetmedi. Kendisinden beklenilen davranış ve akademik başarıya sahip olmamanın nedeni hep başkası ve başka şeylerdi. Her şeye bir itirazı, cevabı vardı.
Başarısının önündeki engeller kendisinden kaynaklanmıyordu. Sorular yanlıştı. Böyle soru sorulmazdı.
Okul ödevleri gereksiz yoğunluktaydı. Bu kadar çalışmaya gerek yoktu. Zaman yetmiyordu. İşleri vardı.
Kendisine karışılmasın kendisi en iyi okulu kazanacaktı.
Lafa gelince Roma arenalarında karşısına çıkan her güreşçiyi yenen bir aslandı. Laf ile peynir gemisinin yürümeyeceği kendisine söylenince o aslan saklanacak delik arayan bir fareye dönüşüyordu.
Kafasına göre takılmak, istediği gibi çalışmak istiyordu. İstediğine dijital dünya tarafından aklı çalındığı için ulaşamıyor, ulaşmak istediğinde de çalınan aklını, dikkatini, zamanını doğru yönetemediği için de ulaşamıyordu. Ulaşmanın iradesi de şu ana kadar ebeveyn tarafından yeteri kadar ilgilenilip doğru yönlendirilmediği için de elinden alınmıştı.
Delikanlı seksenki yılların bir şarkısında geçen “tutun kollarımda düşerim şimdi” ruh halinde yardım edilmeye muhtaç olduğunu biliyor. Yardım edilip biraz ilerleyince ve artık kendisinin ilerlemesi gerektiğini anlayınca da kendini salıyordu.
Çağın virüsü “Bırakın çocuk kendi programını kendisi yapsın. Kendi sorumluluğunu kendisi alsın.” gibi çocuğu kendi haline bırakmamızı önerip sonra akıllı telefon, ipad, dijital oyunlarla kendi haline bıraktığımız çocukları dijital dünyanın kölesine dönüştürdüler. Kendi doğrularını onlara yükleyip onları istedikleri istikamette güdülen sürüye dönüştürdüler.
Her çocuğun elinden tutan ona rehber olan bir örnek insana yönlendiriciye ihtiyacı vardır.
Masaya dönelim. Baba baskın. Çok paralı bir işe sahip olmanın otoritesine eksiksiz sahip. Bir ailenin olmazsa olması baba otoritesi evet. Ancak baba otoritesi; gülün gül ile tartıldığı terazi dengesini öyle sağlamalı ki kıldan ince kılıçtan keskin köprüde geçen herkesi karşıya geçirecek bilgiye, merhamete, özene, dikkate de sahip olmalı. Otorite, çocuğun duygu, davranış, zaman yönetimini bir kılıç darbesiyle yok edip çocuğu kişiliksizleştirdiği gibi çocuğun duygularının davranışlarının filiz vermesine yardımcı olup çocuğu doğru zamanda doğru insana da dönüştürebilir.
Anne merhametin, şefkatin kalesi. Sezai Bey’in “KÖPÜK” şiirindeki “Çocuklara açılan mavi kırmızı pencere anne”. Anne yüzüme bakıyor. İki çocukla tek başına başa çıkmanın, onlara yetmemenin sıkıntısını dile getiriyor. Bir de devam ettiği akademik çalışmalarına zaman ayırması gerektiğini ekleyince yüzündeki ifade sıkıntısı bir fotoğraf gibi asılıyor akıl duvarıma. Delikanlıyı babadan daha iyi tanıyor. Motivasyon kaynaklarını biliyor. Delikanlının çalışmalarını aksatan verileri masaya döküyor. Çözümler, öneriler sunuyor. Daha fazla özverili olmayı dillendiriyor. Ancağı var, tek başına yetmiyor.
Anne masadan bir an ayrılınca babaya yönelip sorumluluğun bir kısmını üzerine alması babında “beyefendi sizler delikanlı ile babalar ve oğullar günü yapıp onun önünde ilerleseniz daha sağlıklı olmaz mı?” önerimi eliyle durduruyor.
Delikanlı annesiyle daha mutlu, daha coşkulu zaman geçiriyor, sözünü ekliyor.
Anlıyorum ki kendisi evde emir cümlesi görevini üstlenmiş, önerilere kendini kapatmış, kendi bildiğini yapıp etmek dışında otoritesini babalık duygusundan arındırmış.
Çocuk; annenin cemal babanın celal sıfatlarının ortasında filiz verip yeşerir, büyür, dünya ışığına kendini tutar, kişilik kazanır. İki sıfattan biri eksik veya vasfına uygun davranmazsa çocuk bir talebe olmadığı gibi ilerleyen zamanlarda insan olmada da noksanlık yaşar. Hep çiğ kalır.
Baba gözetir, anne biçimlendirir. Baba otoritesinin kalesinde güven verir, anne merhamet okyanusunda şefkat aşılar. Babayla dağın zirvesine tırmanırlar, anne ile dağın eteklerinde çiçek derleyip kokusunu içine çekerler. Babayla dünyayı fethe çıkarlar, anne ile fetih topraklarında adalet merhamet ekerler.
Hasılı yine Sezai Bey’in “KÖPÜK” şiirinde dediği gibi “Ben Kristof Kolomb'un uşağı değilim.” Evet biz çocuklarımızı Kolomb’un uşağı haline getirmeyelim. Ama anne ve baba olarak çocuklarımızı çözüp çözüp insana dönüştürürken biz de çocuk olabiliriz.