1999-2000 yılında Kars’ın eski adı Vezin yeni adı Ölçülü olan köyünde öğretmendim.
Ulus devlet, Türkçeleştirmek adına “vezin”i “ölçülü” diye değiştirmiş. Bundan sonra sizin köyün adı vezin köy değil ölçülü köyü olsun demişsede köylüler halen gunde vez ( vezinköy) adını kullanıyorlardı.
Toplu taşıma ile öğrencilerin geldiği köy okulunda 16 öğretmendik. Müdür ve müdür yardımcımız dışında diğer öğretmen arkadaşlar şehirde kalıyordu. Ben ise sekizinci sınıf öğrencilerin boyayıp temizledikleri köyün sağlık lojmanında kalıyordum.
Öğretmenlik duygusu doya doya köylerde yaşanır. Üstleri başları toprak, katık kokan çocuklar; mayalarına uygun fıtrat İle gülümseyip okulun yolunu tutarken saygı hürmeti hep davranışlarında bulundurur. Tebessümleri Sarıkamış’a düşen kar gibi beyaz ve insan sıcaklığındaydı.
Devlet dersinde, müfredat, teftiş, müfettiş, kanunlara riayet, kitapa bağlılık, disiplin kurallarına uygunluk gibi soğuk kelimelerin olmadığı kendim olabildiğim bir okul ortamında öğretmenliğimin en iyi yıllarını orada yaşadım.
Okulun avlusuna girdiler mi yanaşıp selam vermeden hal hatır sormadan sınıfa girmezlerdi. Vakit kalırsa saniyeler süren selam hal hatır arasına başından geçen bir olayı da araya sıkıştırıp ilgiyi üzerlerine çekmeye çalışırlardı.
Kimi öğretmen arkadaşlar okulun yüksek basmalarında elleri cebinde çocukların avluya gelişlerini izler, kimileri öğrencilerin bahçeye girmesiyle onlara sarılırdı.
Çocukların selamına tenezzül mahiyetinde kafa sallayanlar, kendini daha değerli görüp devlet tarafından kıymeti bilinmeyip buraya atanmışlıklarını devlet dersinde çocukları yok sayarak devletten intikam alırlardı.
Ağzı bıyıktan görünmeyen bir öğretmen arkadaş son kullanma tarihi Rusya’da dahi geçerliliğini yitirmiş militarist sol ideolojiyle çocukları şekillendirmenin derdine düşmüştü. İdeoloji örgüsünü, saz çalıp sol devrim marşları okutmaya kadar vardırır.
Çocukların cuma namazına gittiğini görünce devrimin maya tutmadığına şahit olur.
Öğretmen odasında onları aptallıkla suçlar. Kahrından sigaraya sarılırdı.
İki yıllık veterinerlikten mezun olup atanan bir öğretmen arkadaş, ne anlatacağını, nasıl bir yol yordam izleyeceğini bilmemekten yakınır. Sene sonu öğrenciler daha önce bildiklerinin, okuduklarının gerisinde karnelerini alırlardı.
İşine dört elle sarılan öğretmen arkadaşlarımızın öğretmen odasında gündemi hep öğrenci, işini layıkıyla yapma kaygısı dışında okuyup beğendikleri kitapları, izledikleri filmleri paylaşır. Fikir alışverişi canlılığı yaşatırlardı odaya.
Okulda 16 öğretmendik. On altı farklı dünya insanı gibiydik. Dünyalarımız farklı okulumuz aynıydı.
Müdür ve müdür yardımcımız oranın yerlisi olup müdür bey zaman zaman uğrardı okula. Kendisinden önceki müdür de öyle yapıyormuş.
Müdür yardımcısı arkadaş da müdür beyin yokluğundan iki elini belinin arkasına bağlar müdür edasında devlet kesilirdi.
Allah’a inanmadığını yüksek sesle bir üstünlük olarak görür, ortaokulların din kültürü dersine ben gireceğim diye sene başında tuttururdu. Arada bir çocuklarla gır gır şamata için derse girerdi. Ağzının ayarını tutturamayıp çocuklara Kürtçe hakaretler edince veliler okula gelip ağzının ayarına tehdit savurup çıkarlardı. Uyarı birkaç hafta sürer, sonra okulun bahçesine ağır adımlarla bir köylünün girişi ve müdür yardımcısının birkaç gün suskunluğu.
Okul idaresi tarafından korunan bir kadın öğretmen arkadaş vardı. Kendisine, Franz Kafka’nın “Dönüşüm” kitabındaki böceğe dönüşen karakter Gregor Samsa muamelesi yapardı. Kimseyi umursamaz okula geliş gidiş saatleri kendisine münhasırdı.
Duygularının rengi olmamakla birlikte ders esnasında koridorda gördüğüm her çocuk onun öğrencisiydi.
Günlerden 24 Kasım’dı.
Güneşin en erken doğduğu Kars’ta güneş tepemizde olsada hava eksi derecelerde. Okulun yanındaki gölet buz tutmuş. Çatılarda kırağı aklığı. Nefes alış verişler buharlaşıyor.
Sağda solda dolaşan ineklerin de midesi dağ çayırından mahrum içe göçmüş. Kargadan başka kuş da kalmadı. Sabahlara kadar korkuyu havlayan köpekler olmasa 400 hanelik köyde insan hayat yok sanırdı.
Ayaz soğuğu; atkı palto bereyi bedenlere iyice dolamış. Ahırın, evin yolunu tutan insanların giydiklerinden bedenleri kaybolmuş.
Serde öğretmenlik var; kravat, gömlek, ceket, kumaş pantolon, ayakkabı Kars ayazına karşı çaresiz. Koca Osmanlı ordusu dayanamadı Kars soğuğuna resmî kıyafet mi dayanır. Evden hızlı adımlarla okula ilerliyorum. Okulun bahçesine vardığımda öğretmen arkadaşlar sazlarıyla sözleriyle okul servisinden inip sobanın başına kaçıyor.
Bahçede karşılaştığım çocuklar sabah selamına o gün öğretmenler gününüz kutlu olsunu da ekledi. Okuldan içeri girmeme, tenimin soğuktan titremesine ramak kala renkli gözlü Hatice mavi önlüklü cebinden öğretmenler günü hediyesi olan sıcacık selpak mendilini uzatıp: “Ali Hocam öğretmenler gününüz kutlu olsun” neşesiyle gülümsedi.
Hatice’nin o bakışını 1984 yılında mülteci kampında Steve McCurry tarafından fotoğrafı çekilip 1985 yılında National Geographic dergisinde yayımlandıklardan sonra dünyada tanınan Şarbat Gula’nın fotoğrafındaki bakışına benzettim.
Günüme, gönlüme Hatice’nin sımsıcak selpak hediyesi yaz güneşi gibi doğdu. Bunu hayatımın en iyi öğretmenler günü hediyesi olarak not ettim.
O gün akşam kadar öğrenciler, öğretmenler odasında okul bahçesinde teneffüslerde yanımıza gelip öğretmenler günümüzü kutlayarak selpak mendil hediye ettiler.
Akşam ders bittiğinde 18 paket selpak mendil hediyesi almıştım. Üzerinden yirmi yıl geçmesine rağmen öğrencilerin o gün selpak mendil hediye ederken yüzlerindeki sevinç fotoğrafları halen gözümün önünde.
Tüm öğretmen arkadaşların öğretmenler gününü kutluyorum.
Devletin yılda bir kez ağzımıza süreceği bir parmak bal beklentisi, öğrencilere öğretmenler günü hediyesi sipariş veren öğretmen konumuna düşmeden, bu mesleğin yapmak lazım geldiğine inanamıyorum.
Dokunduğumuz bir öğrencinin gönlünde, dünyasında ölümsüz olmak mesleğimizin bize verdiği en büyük mükafaat.