Profesör Doktor İrfan Erdoğan,
Doğan Cüceloğlu ile çıkarttıkları “Bir Cana Dokunmak” kitabında öğretmenliği bir “Cümle Oluşturmak” olarak tarif eder. Bana göre “Bir Cana Dokunmak” öğretmenin el kitabı. Kitabı okumayanın okul bahçesinden içeri girmemesi gerektiği kadar mühim bir eser.
Büyük lafların edilmediği, hayatın doğal akışı içinde hoş bir söyleşi havasında öğretmen ile sohbet eder gibi doğal bir yazı ve söz dili ile yazılmış bir eser. Daha sonra Doğan Cüceloğlu Hoca’nın “ Öğretmenim Bir Bakar mısın” eserini okudum ancak aynı samimi derinliği alamadım.
Geçtiğimiz perşembe uzun süredir kitaplarını okuyup sosyal medya ve seminerlerinden takip ettiğim İrfan Hoca ile eğitimin gündemine dair öğretmeni tarif ettiği cümlenin ögelerini konuşmak için Burgazada’nın yolunu tuttum.
Güz günlerinin içinde yazın saklı kaldığı bir ılık hava vardı. Deniz kımıl kımıl. Dalgalar ada kıyılarıyla söyleşir gibi kıyıya dokunuyor. Martıların yıkanıp arındığı köpük köpük sular.
Hafif bir esinti. Gemilerin hareketli geliş gidişleri. Adanın tenhalığı. Burası yaşanılır yer dedirtiyor insana. Burgazada, Sait Faik’in yaşadığı ve birçok öykü ve metinlerine konu olmuş bir hayat alanı aynı zamanda.
İrfan Hoca ile iskelede anlaştığımız saatte buluşuyoruz. Hocam ile ilk kez rube ru görüşmemize rağmen hocamı sanki uzun süredir tanıyormuşum gibi görünce insan kendini güvenli bir düşünce limanında hissediyor. Yeniçeri edası var yürüyüşündeki kararlılıkta. Şair Rainer Maria Rilke’nin tabiriyle
yürüyüşünden belli bir kalender Türk aydını. İlk cümleden yakalıyor insan.
Yukarda bir çay bahçesinde sohbet için yürümeye başlıyoruz. Yürürken gündeme dair covid 19’un insanı insanlığı getirdiği noktaya değiniyor ve ekliyor “Bazı güçlerin pnademiyi bir çıkar bir güç elde etme aracına dönüştürmeye çalıştığı” vurgusunu yapıyor. Tıpkı ülkemizde bazı grupların, derneklerin biz fark etmeden bir dönem sonra bir çıkarın bir gücün amacına hizmete dönüşmesi gibi.
İki katlı evlerin bulunduğu insanın ve araçların olmadığı sokaklardan ilerlemenin ferahlığı. İnsanın yürüdükçe yürüme hevesini arttırıyor.
Söylenen sözün de kendini duyurma kaygısı yok bu doğallıkta. Düşünce doğal ortamda muhatabına doğrudan ulaşıyor. Sohbetin her tınısı ritm kaybetmeden duyma iletimize varıyor.
Düşünce sohbetiyle çay bahçesine varıyoruz. Sait Faik’in öykülerine mevzu olacak sadelikte; çam ağacı, kediler, tek tük geçen insanlar, genç ve narin çaycı...Seçtiğimiz masaya uygun bir gölge bulup masaya kurulunca Edip Cansever’in “Masa Da Masaymış Ha” şiirine nazire ederek kitaplarımızın yanına konuşacaklarımızı, çayımızı, aklımızdan geçenleri de peyder pey masaya koyduk.
İrfan Hoca ile kendiliğinden gelişen günün siyasi meselelerinden konuşuyoruz. Hoca’nın kadim Türk kültürüne dair bilgisi gidip görmekle pekişmiş. Okuduklarını, bildiklerini, gördüklerini düşünce deryasına damla damla düşürüp okyanusa dönüştürmüş bir aydın olduğunu konuştukça anlıyor insan. Türk üst kimliği altında hayat bulmuş Balkan uluslarının bizden biri kadar bize yakın olduklarını ve karşı karşıya gelmenin halklar arasında değil başka güçler tarafından hayata geçirildiği üzerinde duruyor.
Balkan uluslarına dair bilgi ve görgüsü Akdeniz kültürünün jest mimikten birçok benzerliklerine rağmen Yunan ile karşı karşıya gelmemizin başka nedenleri üzerinde duruyor. Hakeza Azerbaycan-Ermenistan savaşının da nedeni olarak aynı adresleri gösteriyor.
İsrail konusuna değiniyor. Amerika’daki yaşanmışlıklardan yola çıkarak ve gördükleri üzerinden gelecekte Arap-İbrani ırkının birleşme ihtimalinden bahis açılıyor. Son yaşananlar da buna doğru sürecin evrildiğini gösteriyor diye cümleyi tamamlıyor.
Sözü maarif meselesine getiriyoruz. AK Parti’nin ilk Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik Bey döneminde görev alma sürecini konuşuyoruz. Yapılandırmacı eğitimin, eğitimimiz önündeki tıkanıklığı giderme konusundaki önemine değiniyor. Ben on sekiz yıldır iktidarda olan partinin maarifte en başarılı dönemini Hüseyin Çelik Bey dönemi olduğunu dile getirdim. İrfan Hoca sözüme binaen yapılan yenilikleri anlatıyor. Olayı kültürel ögelerle birlikte ifade ediyor. İrfan Hoca konuştukça Türk kültürünün ince damarlarına ne kadar vakıf olduğunu görüyor ve bunun da maarif düşüncesini besleyen önemli bir damar olduğunu yazdıklarıyla birleştiriyorum zihnimde .
“Bir Cana Dokunmak” kitabının nasıl oluştuğunu soruyorum. Doğan Hoca’nın fikrinden yola çıkarak bir ihtiyaca binaen yazıldığını ve Doğan Hoca’nın insana söz söyleme motivasyonunun güçlü yanı üzerinde duruyor. İrfan Hoca “ben’i ön planda tutmuyor. Buğday başak verdikçe boynunu eğer misali ben kelimesini kullanmadan cümlesini kuruyor. Kitabı yazarken kitabın da insanı yazdığı anlamında kitabın yazılırken kendisine yeni kapılar araladığını insanın evrim sürecine katkı sağladığını ekliyor.
İrfan Hoca’ya hayatlarını eğitime, Türk düşünce dünyasına adamış popüler yazarlar dururken insanların pek tanımadığı bilmediği İbrahim Baltacıoğlu’nu neden seçtiğini soruyorum.
İrfan Hoca duruyor, sorunun sorulmasını önemsediğini anlıyorum. Bu arada İrfan Hoca sayesinde ben ve birçok maarife gönül vermiş arkadaş İbrahim Baltacıoğlu’nu İrfan Hoca’nın eseri sayesinde tanıdık. Eselerini sahaflardan aldık, okuduk, paylaştık aramızda. Bu anlamda İrfan Hocam uzaktan bize bir mektep kapısı açtı. Baltacıoğlu başlı başına bir ekol bir okul.
İrfan Hoca, Sathı Bey ile ilgilendiğini Sathı Bey üzerinden Baltacıoğlu’na ulaştığını ve beş döneme tanıklık eden Baltacıoğlu’nun bir tarafın adamı olmadığını, doğru bildiği sözü söylemekten geri kalmadığını sadece bir alan ile değil eğitimin, hayatın birçok alanı ile ilgilenen, sözü olan, güçlü ve bilgili bir insan olduğunu gördüğünü söyledikten sonra Baltacıoğlu’na yöneldiğini söylüyor. Tanzimat’tan Menderes dönemine kadar yaşanan olaylara karşı hep sözü olan bir aydın. Sadece maarif dünyamız açısından değil siyasi tarihimiz açısından da sözü olan bir aydın.
İrfan Hocanın kitabından sonra ben de Baltacıoğlu’nu okuyunca gördüm ki resimden tiyatroya, dil biliminden felsefeye, öğretmenin insan yetiştirmesinden yüksek öğrenime kadar birçok alana vakıf ve yazılarla günümüzün çıkmazlarına da sözü geçerli olan beş dönemin aydın yeniçerisi.
Zaman su gibi akıp geçiyor İrfan Hoca ile konuşurken. Zamanın nasıl geçtiğinin ikimizde farkında değiliz. Konuşacak o kadar şey var ki !
İskeleye tatlı yemeye iniyoruz. Mevcut maarif meselelerimize değiniyor. Arkadaşı, dostu Ziya Hoca’nın maarif için öneminden bahşediyor.
Sütlacın yanına çaylar gelince dört saatlik sürenin geçtiğini fark edip şunu görüyorum İrfan Hoca’da; İrfan Hoca’nın içinde yazıya geçirilmeyi bekleyen birkaç kitap birikmiş.
Ayrıca çok önemsediğim ve İrfan Hoca gibi akademiyi, entelektüel dünyayı hayat ile zenginleştiren bilge insanların nehir söyleşi kitapları. İrfan Hocam “NEHİR SÖYLEŞİ” kitabı yazmanın doruğunda. Bulunduğu alana, vatandaşı olduğu ülkeye, sahip olduğu kültüre, yaşadığı çağa, paylaştığı dünyaya dair sözü olan bir akademisyen. Kalıcı cümlesi olan bir entelektüel. Siyasi tarihimize tanıklık etmiş bir şahit.
Eğitim adı altında eğitim tüccarların sosyal medyada maarifi söz kirliliğine boğduğu günümüzde İrfan Hoca’nın her cümlesi maarif dünyamızın sularını berraklaştırıp kirden arındıracaktır.