Iraz Farsça bir kelime olup TDK’ye göre razı olan, kabul eden anlamına geliyor.
Türkiye’de Iraz deyince birçoğumuzun aklına Fakir Bayburt’un romanından uyarlanan “Yılanların Öcü” filmi gelir. Filmde oğlunu ve gelinini köye karşı koruyan Aliye Rona’nın Iraz ana kahramanlığı. Aliye Rona filmde haksızlığın karşısına dikilir. Irazca kadın kimliğiyle izleyicinin zihninde kalıcı yer edinir. Iraz Ana’nın zihnimizde kalıcı yer edinmesinde Arif Sağ’ın sazıyla filmi iliklerimize kadar işleyen “İnsan Olmaya Geldim” türküsünün de hakkını vermek lazım.
Yeşilçam sinemasının emektar oyuncusu Kadir Savun Aliye Rona’nın rolünden o kadar etkilenmiş ki kızına Iraz adını vermiş.
Ayrıca Yaşar Kemal’in “İnce Mehmet” romanının kadın karakterlerinden biri de Iraz’dır. Iraz, feodal yapının güç savaşı içinde tek başına zorluklarla mücadele eder. Çocuğunu güç savaşının verildiği ortamda büyütmeye çalışır. Çocuğu ölünce de zulme karşı hayatta kalma mücadelesini verir.
Iraz Türkiye topraklarıyla özdeşleşen bir ad. Özdeşliği İraz adının birçok esere girmesini sağlamış.
Iraz deyince benim de zihnimde Anadolu kadını ve Anadolu bozkırı gelir.
Buğday başakları, buğday başaklarını efil efil okşayan rüzgar, bozkırı Van Gogh sarısına dönüştüren güneş, tarlada bayırda çalışan insanların alın teri, türküleri, hasat toplarkenki şükürleri, ekinin zekat payını tarladan yoksula ulaştıran adalet özeni, öğlen güneşinin altına peştemallarına serip birbirlerine sundukları ikramları, toprağa alınlarını götüren ellerin göğe açılışı, sırtında çocuğu ile tarla tapan dur durak bilmeyen annelerin fedakarlığı... Iraz adını hepsine denk bir fotoğrafta buluşturuyor zihnim ?
Rahmetli Erdem Bayazıt’ın
“Sana, Bana, Vatanıma, Ülkemin İnsanlarına Dair” şiirindeki kadın profilini de Irazca kadının fedakarlığından bir kesit olarak okuyorum.
“Kadınlar bilirim ülkeme ait
Yürekleri Akdeniz gibi geniş, soluğu Afrika gibi sıcak
Göğüsleri Çukurova gibi münbit
Dağ gibi otururlar evlerinde
Limanlar gemileri nasıl beklerse
Öyle beklerler erkeklerini
Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi.”
Bütün bunlardan sonra konuya mevzu bahis olan Iraz’dan bahsedeyim.
Yüzünde tebessümü sadaka bilip eksiltmeyen Iraz ile eylülde tanıştım.
Bahsettiğim Iraz isimleriyle özdeş bir kişiliğe sahip. Kıvırcık saçlarıyla kalemi eline aldı mı çözemediği değme soru kalmaz. Zeka ve aklı davranışlarındaki atiklik ile paralel ilerliyor. Güldü mü dışarda oynayan arkadaşlarına sesini duyurmak isteyen bir ses tonuyla kahkahasını patlatıyor. Sonrasında ya hocam ya deyip yüksek sesli gülüşüne gerekçeler sıralıyor.
Türkçe ağırlıklı, kitap okuma, metin analizi, doğru davranış sergileme, düşünce ile kelime arasında bağlantı kurma, okuduğunu günlük hayata uyarlama, zihnin direncini güçlü kılma, uzun süreli düşünmeyi sağlama, metin analizlerinde dikkat hatasını sıfırlama, bire bir diyalog geliştirme ve benzer konularda bire bir çalışıyoruz.
Arada bir sevecenliğinde hız tanımayınca Iraz’a kiraz ismini de ekleyip kendisini daha bir seviyorum. Sevgi hissini aldığı an ağız dolusu gülmeyi ihmal etmez. O zaman da insanın İraz’ı bağrına daha bir basası geliyor.
Geçen derslerin birinde dilin etimolojisi üzerine bir çalışma yapıyorduk. Birçok yabancı kelimeyi tespit edip bunların Türkçeye hangi dillerden girdiğine dair bir çalışma. Yabancı kelimelerin Türkçe karşılığını bulma arayışında Iraz yüzüme bakıp: Hocam bunlar Türkçe kelimeler değil mi? Ben bunları Türkçe kelimeler olarak biliyorum.
Sonrasında Iraz’ın yüzene bakıp son yıllarda her gün farklı isimlerle etiketledikledikleri Iraz ve kuşağının yaşadığı ekosistemi düşündüm.
Bizim kuşak kapalı bir Türkiye ortamımda ilk orta eğitimini aldı. Dilin sosyal medya ve televizyonlar aracılığıyla bu kadar ithal kelime almadığı yıllardı. O dönem Türkçeye giren yabancı kelimeler kabak gibi ortada beliriyordu.
Şimdiyse Iraz ve kuşağı; sosyal medya, dijital dünya, televizyon kanallarıyla her gün Türkçeye yabancı kelime sokuşturulan at izinin it izine karıştığı bir ekosistemde büyüyüp eğitim alıyorlar. Türkçenin süt dişine vakıf değiller.
TDK hantal yapısıyla yabancı kelime seline karşı durması imkansız. Balık baştan kokar misali devlet erkanı da toplumda ses getiren çalışmalarını ekranlarda “tanıtmak” yerine “lansman”ı tercih ediyor.
Ulusal televizyon kanallarımız ve sosyal medya fenomenleri de “Havalı oluyor” tutumuyla yabancı kelimleri kullanmakta birbiriyle yarışıyorlar.
Mustafa Kutlu, “Akıntıya Karşı” deneme kitabında “Dilin İktidarı” başlığı altında üç denemesinde medya dilinden dilimize bir virüs gibi yerleşen bu kelimelerin listesini sıralıyor. Devamında da “Tırtılın yeşil taze bir yaprağı ağır ağır yiyip kemirmesi gibi güzel Türkçe’ye musallat olan” bu kelimeleri
“Havalı oluyor züppe tutumu ile kullanılan kelimeler” olarak taşı gediğine koyuyor.
Dünyamızın karşı konulmaz bir güçle küresel imparatorluğa doğru sürüklendiği günümüzde dijital dil oluşturuyor. “Iraz” ve akranları bu dilin potasında eriyor. Evrensel insan oluşturma adı altında insani özelikleri, fıtratları küresel kimlik ile zehirleniyor. Tek tip insan laboratuvarında şekillendiriliyor bu kuşak.
Dijital dilin ortasında okunu, yayını, yaylasını kaybeden “Iraz” Anadolu bozkırında kokusu, rahiyası alınan sentetik bir dile ve insana dönüştürülüyor.
Mustafa Kutlu “Dilini kaybeden kendini kaybeder.” vurgusuyla çözüm önerilerini listeliyor “Dilin İktidarı” denemelerinde.
Hasılı medeniyet sorunu olarak yaklaşıp çözüm ivedilikle üretilmezse Sezai Bey’in dizelerinden uyarlanarak söyleyeyim: “Üç boyutlu dünyalarıyla çok sevdiğimiz Irazlar, Leylalar gider bize ağlamak düşer.”