Eylül’ün ortalarıydı. Hatırı sayılır bir semtte hatırlı bir ev. Ev, eğitimli insanları barındırmanın tasarımıyla donanmış müze çağrışımında. Bahçeden bu hissiyat yayılıyor. Maskeler ağızda. Kralı aratmayan kralcı tedbir ve temkin.
Çekirdek aile. Az insan çok yalnızlık. Sevgi ve duygunun temasıyla yoğrulmuş abi ve kız kardeş. Devasa evde devasa dört insan. Hizmet ehli hariç.
İngiliz usulü ebeveynlik.İngiliz tarzı çocuk büyütmenin bize mukallit yanı; her çocuğu yaşından büyük insan gibi görüp çocuğun irade, düşünce, duygu filizi maya tutmadan kendisinden güçlü kararlar vermesini beklemek. Bu kararlara göre de hareket noktası belirlemek.
Mevzu çok su götürür lakin mukallit olmak nice nesli heba etti, ediyor.
Öğretmeni, okulu, büyük anneyi, büyük babayı, ailenin diğer efradını çocuğun karşısına diz çöker halde çocuğun kararlarına saygının bir adım ötesi olan itaat edip adeta çocuğun kararlarına ibadet ettirtmek. Aşırıda İngilizlere nal toplattıran Türk aileler.
Böyle bir ebeveyn ile çalıştığımızı düşünelim.
Saygın bir üniversitede okuyan, mesleki hayatının zirvesinde, fakirin çenesini yoracak kadar da zenginliğe ulaşmış baskın karakterli bir anne. Baba ve çocuklar annenin baskın karakterinin gölgesinde.
Eğitim, mesleki kariyer ve güçlü sermaye sahibi olması anneye güçlü kadın profili kazandırsın.
Cümleleri, söylemleri buyurgan. Ben bu işleri bilirim lakin eğitim bizim işimiz değil, zaten işimiz başımızdan aşkın edasında olup biz bir bilen ile yol alalım da topu her ne kadar karşı tarafa bırakmaya getiriyorsa da topu hep ayağında tutmada kararlı.
Baba birkaç kez söz alıp konuşmak istediyse de annenin virgülsüz, noktasız cümleleri babayı dinleme, bekleme köşesinde pasif hale itti.
Çocuklarının kendi kararlarını kendilerinin verdiğini, verdikleri kararlara saygı duyduklarını sık sık vurgulayan anne arada bir; oğlum sen de konuş. Ne istediğini paylaş. Söz hakkını çocuğun masasına bıraksa da çocuk daha söze başlamadan anne Nazım Hikmet’in
“Dört nala gelip Uzak Asya'dan Akdeniz'e bir kısrak başı gibi” durup dinlenmeden kaldığı yerden sözü alıp dört nala koşturuyor.
Anne konuşurken ajandaya not düşüyoruz: “Amacını çocuk üzerinden gerçekleştiren güçlü bir ebeveyn. Baba pasif konumda. Annenin çocuğuna yaklaşımı beklentilerine cevap verme merkezli. Çocuk anneye göre rol değiştirmeye müsait. Anne rekabetçi hırsını çocuğun içine yerleştirmek istiyor. Çocuğun başarısı rekabetçi yaklaşım üzerine motive ediliyor. Çocuk ve anne başarıda başkasını geride bırakıp öne geçtikçe zevkten dört köşeler. Annenin vermek istediği kişiliğe sahip olmak istediği için kendisi olmayan kendisi olma ortamında büyümeyen bir çocuk. Hırs kendisini hızlı nir şekilde başarı listesinin bir numarası yapacağı gibi ani düşüşle kendini kaybetmeye de ruh halini bozmaya da müsait bir çocuk. Çocuk kendisinin başarı listesindeki yerinden çok rakiplerinin listedeki yerine bakıyor. Anne, annelik kıyafetlerini çıkarıp çocuğun başarı koçu rolünde. Duygu, bedensel temas, anlamaya çalışma, dokunma başarı ders ve sınav merkezli.”
Eylülde; çocuğun okuldan, spordan, sanattan, sosyal aktivitelerden feragat edip sınav odaklı çalışmasına karşı biriyim diyen anne, şu ana geldiğimizde bırakın sosyal aktivite derslerine girmemeyi okulu dahi yok sayan bir rekabet hırsı.
Keşke günümüzün modern aileleri sanata spora verdikleri önem kadar çocukları; nineleri ve dedeleriyle buluşturup onların şefkatinden nasiplenmelerini sağlasalar. Çocukların şefkat ve merhamet ortamında irade filizi vermeleri çocukları hem insani kılıyor hem akademik başarıda ileriye taşıyor.
Hırslarımız ilkelerimiz ile bizi daimi nir çelişkiye düşürüyor.
Annenin hırsı ile söyledikleri arasındaki çelişkide kervan yolda dizilir, sözünü konuşmaların arasına sıkıştırıyorum.
Derken kollar eylülde sıvandı. Yeni bir aslan parçasıyla çalışma heyecanı. Öğretmede tiyatroda oyun sahneler gibi eğitimse heyecan coşku katan öğretmenler. Hoş geldinler. Hoşça kallar. Kapıda buluşup, vedalaşmalar. Memnuniyetin yüzlerdeki tebessümü.
Kervan yolda dizilir misali yolun heyecanlı sahneleri yerini emek, alınteri, disiplinli çalışmaya bırakınca çocuğun kararları peyder pey dökülmeye başladı.
Çocukta görülmeye başlanılan temel özellikler:
Hayat kontrolünü sağlayamama, hırs gıdasını çabuk tüketme sonrası boş vermişlik, rekabette geri kalmanın kendisini bittiğinin tuzağına düşürmesi, annenin sözünün bir kulaktan girip diğer kulaktan çıkınca anne ve çocuk kavgalarıyla enerjinin kavga ile boşa harcanması, kitap okumanın zaman kaybı olduğunu düşünüp sadece sınav odaklı eğitim sayfasından çalışması, sorumluluklarını yerine getirmede keyfe kederliği, dijital dünyanın zihnini yaşından erken bir har vurup harman savuran dağınıklığa sürüklemesi, kendi haline bırakılmanın (doğa boşluk kabul etmez) ekranın uykusuz bıraktığı morartılı gözler, zihin hep yorgun, heyecan kaybı, ayakta uyuyan hali, yolun bilincinde olmadan ilerleme, uykusuz ve yorgunluğun verdiği yanlış okuma, okuduğunu anlamama, anlamadan cevap verme, farkındalığını kaybetme, bilgiyi hafızasında dinç tutmamama, … liste uzadıkça uzuyor.
Doğar doğmaz sınav odaklı, başarı merkezli yaklaşım ile yetişen çocuk ham kalır. Sorularla ve sorunlarla karşılaşınca ne yaptığını bilmeyen irade mahrumu bir insan olur.
Ebeveynin rehberliğinde çocuk büyür. Ebeveyn elbette bir öğretmen değildir ancak çocuğun kontrolünü elde bırakmayan, çocuğun kararlarını sorup kararlarına saygı gösterirken de kırmızı çizgisi olan ve “hayır”ı gerektiği yerde devreye koyan çocuğun akıl danışanıdır.
Çocukları nasihatlerle boğmayan, kendi hayatı ile çocuğun yaşadığı dönemi mukayese edip kendi çocukluğu üzerinde çocuğu nasihatleriyle bıktırmayan ancak çocuğu da ekranın gönüllü köleliğine terk etmeyen çocuğunun önünde onun önünü açan bir güven limanıdır ebeveyn.
Ebeveynler güvenli liman oldukları sürece çocuklar o limanda kendine uygun suyu, rüzgarı seçip hayat okyanuslarına doğru yolda açılacaklar.